Geçmişim en acı en derin kalıcı yarası, silahla kılıçla değil; sahte bir gülümseme ile açılmıştır. Her asrın kendine has hainleri olmuştur. Ancak en tehlikelileri, dürüst namuslu görünmeyi başarabilen kendi gerçek yüzünü saklayabilenlerdir. Çünkü; samimiyetsizlik, iki yüzlülük, sessiz sedasız ilerleyen bir virüs gibi toplumun damarlarına zerk olur. Evvela ahlakı, sonra vicdanı çürütür ve çökertir. Sonra toplumu bitirir.
Bugün konuşulan bir cümlenin, terminalojinin değeri, kimin söylediğine göre ölçülüyor. İçtenliğin yerini strateji, dini ve ahlaki değerlerin yerini kişinin imajı, kişiliğin yerini çıkarlar aldı. Herkes doğruyu söylediğini iddia ediyor ancak dürüst davranmıyor, doğruyu söylemiyor.Yani dönemin insanı, en çok söylediği kendi yalanlarına inanıyor maalesef. Yetmiyor inandığı yalanları doğru diye insanlara yutturmaya çalışıyor.
Geçmişte de tablo bugünden farklı değildi.
Roma İmparatorluğunda Brutus’un bıçağı dostluk kisvesiyle işlev gördü, dostu Cesar'ı katletti.
Osmanlı’nın son yüzyıllarında modernleşme bir fikir, değişim olarak değil, birilerinin asil yaşantısını halkın üzerinde görme hastalığına maske olarak kullanılmadı mı?
Günümüz toplumunda idealler gerçeklerle buluşurken, o mefkurelerden nemalanmak isteyenler, mefkure adı altında hastalıklı samimiyetsiz sahte zihniyetlerini yaşama geçirmeye çalışmıyorlar mı?
Öyleyse her çağda Samimiyet sahtekârlığı kaçınılmaz bir durum.Ama maalesef ki; samimiyetsizliği, riyakarlığı yaşamayı alışkanlık haline getirdik.En yakınındakiler bile yüzünden gülücükleri, mutlu mimikleri eksik etmezken o yüzün arkasında senin arkandan her türlü daleverayı çeviren, oyun oynayan; insanlık dostluk, arkadaşlık, yakınlık demeden yılların gönül bağlarını hiçe sayarak; çıkar, makam, şan, kasa uğruna her şeyi taca atabiliyor. Köylü kurnazları... Ahlak abideleri... İnsanlık şah eserleri...
Edebiyatın büyük abideleri bu krizi iki yüzlü samimi olmayan paradoksu eserlerinde yazmadı mı? Dünyaca ünlü Rus yazar Dostoyevski,insanın kendine yalan söylemesini en büyük ahlaksızlık olarak tanımlamıştı.
Ahmet Hamdi Tanpınar, kendisi olamayan insanın iç sıkıntısını anlatırken aslında bir toplumun sahte kimliğini yazıyordu.
Mehmet Akif, medeniyet diye söze başlayanların kalbindeki iki yüzlülüğünü görmüş, sonrasında tek dişi kalmış canavar diyerek maskelleri indirivermişti.
Bugün biz, o sahtekârlığın sosyal yüzünü yaşıyoruz. Yeri geliyor dijital yüzünü yaşıyoruz.
Samimiyet, süslenmiş bir gösteriye dönüştü.
Kelimeler altın gibi parlıyor ama sözün içi ve arkası çöp tenekesi.
Herkes karakterli insan imajı inşa etmekle uğraşıyor; ama kimse hakikaten iyi, karakterli olmaya çalışmıyor.
Samimiyet, en sade haliyle cesaret değil midir?
Gerçekle süslenmiş bezenmiş bir hakikat, çoğu zaman rahatsız eder ama gerçekte iyileştirir.
Toplumun vicdanı ve izanı samimi beşerin omuzunda yükselir..
Sahtekârlık, iki yüzlülük ise kalabalıkla büyür, vicdanla küçülür..
Belki de bu zamanın en büyük değişim ve devrimi, bir daha baştan dürüst olmayı öğrenmek olacaktır.
Kendimize, fikrimize, değerlerimize, kültürümüze, inancımıza, emeğimize, insani olmamıza karşı…
Hep görülmüştür ki, samimiyetin olmadığı yerde ne insanlık ne tarih ilerler; sadece tekerrür eder. O tekerrürün adı da malesef çürümedir
Tarih; samimiyetsizlerin kazanç ve galibiyetlerinin kısa vadeli, sahtekarların kurduğu düzenin geçici, boyalı maskelerin gerçekleri saklayamadığını anons ediyor. Tercih insanın...