Bir ülkenin en ağır buhranı, ne yoksulluk ve sefalettir ne de zihinsel ve toplumsal cehalettir… Asıl buhran arka planında yatan ihanettir. Çünkü ihanet, bir ulusun kılcal damarlarına sinsice enjekte edilen zehirdir. Harici düşman bellidir; sınırda karşına dikilir, silahını doğrultur, yüzünü görürsün. Gerektiğinde savaşırsınız. Ancak dahili gelen ihanet; kardeş, dost zannettiğinden, omuz omuza yürüdüğünüzden kendinden olduğunu düşündüğünüzden gelir. Ve işte bu yüzden ihanet toplumu derinden, sabırla yürütülen yıkıcı, vahim planlı olaylar ve olgular örgüsüdür.
En büyük trajedi, düşmanların değil, kendi içinden çıkan ihanetçilerin varlığıdır. Ekmeğini yediği, suyunu içtiği, bütün nimetlerinden yararlandığı halde; vatana ve milletine sırt çeviren, milletin bağrına hançer saplayan; aynı bayrağın gölgesinde yaşadığı halde o bayrağı sinsice kirletmeye çalışan, makam ve menfaat,kendi istibali uğruna ülkesinin, milletinin yarınlarını her türlü pazarlık masalarına yatıran, bir akıl ve zihniyet... İster şucu, ister bucu olsun. Meşrebi, mezhebi, kimliği, mevkisi, makamı, statüsü vb. farketmez... Bayrak, vatan, millet, maneviyat, hamaset nutukları atıp kendisini kamufle edenler. İşte asıl tehlike bunlar değil midir?
İhanet yalnızca bir casusun sırrı satması değildir elbet; bazen bir siyasetçinin ikbal ve istikbali uğruna susmasıdır. Bazen bir bürokratın halkın hakkını yanlış yerlere dağıtmasıdır, peşkeşçekmesidir. Bazen bir aydının “özgürlük” adına emperyalizmin borazanlığını yapmasıdır Bazen de bir bireyin başkalarının hizmetkarı olmasıdır. Zihniyetin, aklın, bilginin, kültürün, yarınların başkalarına emrine teslim edilmesidir.
İhanet öyle sinsidir ki, milletin ruhunu kemirir. Kanını emer. Milleti birbirine düşürür, değerleri aşındırır, erozyona uğratır. Likayakatı yok eder, kurumları çürütür ve çökertir. Önce bireysel sonra toplumsal vicdanı, ahlakı karartan ardından iradeleri kontrol, hipnotize eden böyle bir şeydir.
Geçmişe bir göz atın: Osmanlı’nın, Selçuklu ve diğerlerinin sonunu hazırlayan silahlar değil, dahili hiziplerin ihaneti olmadı mı? Ne zaman bir ülke tökezlediyse, mutlaka kendi içinden çıkmış bir ihanet odağı işin ucundaydı. Harici düşman sadece ortam zaman ve fırsatı kollar. Bu durum zaman değişsede hiç farklı olmadı. Ülkenin kaderini, günübirlik menfaatlere, çıkar ağlarına, küresel güçlerin telkinlerine peşkeş çekmeye hazır olanlar her daim vardır, var olacaktır. Burada milletin en büyük sınavı, ihaneti gördüğünde sesini yükseltmesidir. Aksi takdirde gerçeği gördüğü halde sukunet, ihaneti besler ve büyütür ki, bu durumda acı son kaçınılmaz olur.
Mesele sadece "ihanet edenler" de değildir; mesele, ihaneti seyredenler, sessiz kalanlardır. Eğer bir insan, kendi geleceğini karartanı, yok edeni gördüğü halde tepki vermiyorsa, suskun kalıyorsa, duyarsız kalıyorsa ihanete dolaylı yoldan ortak olur. Ve en tehlikelisi budur.
Unutulmamalı ki, ihanetin panzehiri yalnızca bilinç ve birlik olgularıdır. Bir ulus yeniden birbirine omuz vererek, değerlerine sahip çıkarak, geçmişten ders alıp geleceğe yürüyerek gelecek nesillere bayrağın gölgesinde mutlu yaşam bırakmak istiyorsa, bu kara ve sinsi gölgeyi dağıtabilmelidir.
Zira ihaneti affetmek, bir ulusun mezarını kazımaktır.