"Son meddah" diye andığı Mazlum Şakrak'a zaman zaman takılırmış Müjdat Gezen:
"Mazlum baba! Dayısı ölmüş yengeç taklidi yapar mısın?"
"Mazlum baba! Amcasından nefret eden kedi taklidi yapar mısın?.."
O da kendini zorlayıp yaptığı taklitlerle herkesi kırıp geçirirmiş.
Akla mantığa aykırı olana "saçma" (absürt) diyoruz. Sanattaki "saçma"ya bayılıyorum.
"Ergene’nin köprüsü / Susuzluktan bunalmış / Edirne minaresi / Eğilmiş su içmeğe
Leylek sıpa doğurmuş / Ovada zurna çalar / Balık kavağa çıkmış / Söğüt dalın biçmeğe
Kelebek buğday ekmiş / Manisa ovasına / Sivrisinek derilmiş / Irgat olup biçmeğe" ( Kaygusuz Abdal)
Şiirde, tiyatroda, fıkrada; birçok sanat türünde bizi şaşırtır, güldürür, düşündürür "saçma".
Çalışmaktan dermansız kalıp bir çukura düşen ve sonra "Ben öldüm" diye düşünen Hoca'nın fıkrasını bilirsiniz.
Cenazesini alıp götürsünler diye bekler bir süre. Gelen giden olmayınca kalkıp gider, hanımına haber verir öldüğünü.
Sonra döner aynı yere uzanır, bu arada karısı feryada başlar, komşular kadına sorar:
"Nerde olmuş, nasıl ölmüş, kim söyledi öldüğünü?"
"Garibin kimi var ki?" der kadın. "Kendi gelip haber verdi..."
Bunlara gülüp eğleniyoruz. Ama absürt, hayatın içinde olunca tahammül etmek hayli zor oluyor.
Örneğin, bir kaltaban, düzgün bir kimseye yalancı dediğinde.
Bir kıyıcı, bir mazluma zalim diye ünlediğinde.
Bir götürücü, ahlaklı insana "hırsız" diye çemkirdiğinde...