Ulus olmak, yalnızca demografik yapı ile değil; değerler bütünüyle olur. Toprağı yurt yapan durum; üstünde kökleşen ve yükselen dil, tarih, bayrak, kültür ve hafızadır. Ama ne zaman ki bu değerler “demode”, “geri” ya da “global düzene aykırı ” diyerek yok sayılırsa, hafife alınırsa devletin gövdesi çatlamaya başlar. Çünkü bünye ile onanmasına, ameliyatlara zemin oluşturur.
Tarih şahit değil midir? Osmanlı’nın son döneminde, Batı’ya hayranlık uğruna eğitim sisteminden alfabeye kadar bir kimlik çözülmesi başladı. 1890’da Ahmet Mithat Efendi ne diyordu: "Kendi malımızı küçümsedikçe, başkasının süsüyle oyalanmaya başladık." Peki sonuç? Tanzimat’la başlayan çözülme, kapitülasyonlarla derinleşti, sonunda imparatorluk dağıldı.
Cumhuriyet kurulduğunda en büyük devrim aslında sanayi değil, " milli kimlikti." "Türk milleti " kavramıyla yeniden ayağa kalkmayı başardık. Ancak ne zaman bu değerler " etnik,ayrıştırıcı, çağ dışı, küresel visyona aykırı" gibi etiketlerle yıpratıldıysa, aşındırıldıysa toplumda, sosyal hayatta boşluklar oluştu. Kökünü, orijinini, odağını yitiren her millet, dış müdahaleye açık hale gelir.
Ulusal değerler; marşta, bayrakta, dilde, gelenekte, kültürde yaşar. Bunları korumak muhafaza etmek gericilik değil, hafızaya sahip çıkmaktır. Çünkü hafıza kaybı yaşayan millet, yönünü istikametini de kaybeder.
Tarihten biliyoruz: * Yugoslavya'da ortak değerler çöktüğünde halk kimliksizlikle yüzleşti. Sadece haritalar değil, toplumlar da paramparça oldu. Arap Baharı’ndan sonra milli ordusunu dağıtan ülkeler hâlâ toparlanamadı. Devlet, ancak hafızası kadar diridir. Öyle değil mi?
Bugün hâlâ ulus-devlet fikri "eskidi" diyenler varsa… Unutmasınlar: Bir bayrağın gölgesi, bir marşın titreten sesi, birlik olan ulusun demir yumruğu küresel projelerin ışığında erimez.