21 Haziran 1867 tarihinde başkayıp 47 gün süren Sultan Abdülaziz'in, Avrupa'ya resmî ziyarette bulunması öncesi yaşanan gelişme Doğu- Batı arasında Osmanlının arayışındaki çelişkiyi, kimlik arayışını anlatan küçük bir anekdot. Marsilya’dan Londra’ya, Paris’ten Viyana’ya uzanan bu seyahat, Batı’ya açılan bir pencereydi. Ancak seyahatin en sembolik ama ince detayı, dışarıdan görülmeyen bir yerdeydi: Padişahın ayakkabısının içine gizlice konan bir avuç İstanbul toprağı.
Bu sahne sadece kişisel bir hassasiyet değil, yüyılların Doğu-Batı çelişkisinin tek bir harekete sinmiş halidir.
Heyette yer alan Hayrullah Efendi, seyahatin satır aralarına bu ayrıntıyı şöyle kaydeder:
"Sultan hazretleri, Frengistan toprağında yalın ayak gibi kalmayalım diye, her daim ayaklarının altında memleket toprağı bulunmasını murad ettiler. "
Bir başka anlatıma göre, toprağı taşıyan kişi sadık bir saray görevlisiydi. Ayakkabının astarına gizlenmiş bu avuç toprak, modernleşmeye atılan adımın altında yatan kimlik kaygısının sessiz ifadesiydi. Abdülaziz, Avrupa’nın trenlerine biniyor, krallarıyla görüşüyor, ama hâlâ “gavur toprağı”na doğrudan basmaktan kaçınıyordu.
Avrupalılar padişahı, Batı dünyasına yakın bulmuştu. Times gazetesi şöyle yazmıştı:
" Sultan, doğunun bir hükümdarından ziyade, Batı’da yetişmiş bir prens izlenimi vermektedir. "
Bugün hala batıya bakarken aynı refleks yok mu? Hâlâ Avrupa'ya giderken valizimize koyduklarımız o toprak gibi değil midir? Belki de mesele nereye bastığımız değil, bastığımız toprağın bizi ne kadar tanımladığıdır.