Eskiden mahallelerde küçük çocukların heyecanla bağırışları duyulurdu. Yeri geliyor toprak, yeri geliyor taş sahada dizleri yara içerisinde oynanan futbolun bir başka ruhu, kendine özel bir hazzı vardı. İyi oynamak bir yana asıl önemli olan dostluk içerisinde kazanmaktı. Günümüzde ise spor dalları, çoğunlukla" ekran başında izlenir" hale geldi.
Endüstriyelleşen ve duygularını yitiren spor dallarında kiminin maaşını, kiminin özel hayatını, kiminin ise yaşayış biçimleri gündemimizi boş yere meşgul ediyor. Bizler oysa ki "gençler altyapıda ne yapıyor?" ya da "neden her yıl daha lisanslı sporcu oluyor?" sorusunu soramıyoruz. Doğru sporcuyu yetiştirmiyoruz aksine elimizdekini yanlış sebeplerle yok ediyoruz.
Biz sporcularımızı karakteri ve bakış açısı ile değil de sadece madalya ve başarı ile ölçen bir anlayışla büyütüyoruz. Oysa sporda kabul edilmesi gereken gerçek başarı, bir gencin veya çocuğun kötü alışkanlıklardan uzak kalarak özgüven kazanması, bir insanın bedeni ile zihnini disipline etmesi değil midir?
Bugün gelinen noktada statlarda ultra holiganizm, sosyal medyada kullanıcıların haksız linç kültürü sporun birleştirici gücünü yitirerek ayrıştırıcı bir hal almaya başlıyor. Oysa sahada kanının son damlasına kadar emek edenlerin birbirine sımsıkı sarıldığı fotoğraf her şeyden daha üstün kalmalı.
Spor yeniden endüstriyel oluşumdan ayrışmalı. Sadece paranın, gösteriş ve ihtişamlı hayatların değil; rekabet ve saygının ön planda olduğu bir oyun haline gelmeli. Belki o zaman, yeniden çocukların coşkulu sesleriyle dolup taşacaktır sokaklar...
Çünkü spor sadece bedenle değil, akıl ve vicdanla da yapılır..