Âşık İhsani bir odacıya (hizmetliye) imrenir:
“Nasıl kıskanmazsın şu odacıyı
Daldı daldı müdürünen görüştü
Karşıladı şapkasını elinden
Aldı aldı müdürünen görüştü...”
Bir makama ulaşıp dert anlatabilmek her kişinin harcı değildir. Makamların önlerinde çok kapılar vardır; arkalarında daima meşgul, büyük büyük insanlar.
Tam sayıyı bilmek zor ama bir insanın gelebileceği yüz binlerce makam var. İçimde ukdedir, ben bunlardan hiçbirine mazhar olamadım.
Bilge Zhuangzi anlatır: Üç kez yönetici yapılıp üç kez görevden alınan Sun Shu'ao, atandığında onur duymamış, görevden alındığında mutsuz olmamıştır. Bunun nedeni sorulur kendisine. "İhtişam makamdaysa bunun benimle bir ilgisi yok. İhtişam benim içimdeyse bunun makamla bir ilgisi yok." der. Yani bir şey kazanmamıştır ki kaybedip mutsuz olsun...
Bu eski zaman hikâyeleri bize pek uymaz. Bakmayın Ziya Paşa'nın da "Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma" dediğine. Özü bozuk olanı da parıl parıl parlatır koltuk. Hem -söylemesi ayıptır- akçalı tarafı da vardır bu işin. Mevki fiyakasından başka, makam odası, makam aracı, makam şoförü, makam tuvaleti...
Yaşam yolu bitip de pek arzulamadığımız menzile ulaşınca makamlar eşitlenir elbette. Herkesin diline pelesenk olmuş "üç günlük dünya" lafı. Ama apartman yöneticiliği için bile kavga ettiğimiz olur, belki bir günü bile kalmamış hayatımızda. Daha geçen gün bir öbek daireye kayyım atandı, koltuk yüzünden.
"100 kişi bir sofraya oturup karnını doyurur da baş olmak isteyen iki kişi dünyaya sığmaz." der Mevlana. "Ve bir cahil en büyük koltuğa oturduğunda tüm sahra yılan ve akreple dolar..."
Galiba en iyi makamlar, müzikteki makamlardır. Araştırıp bulmuşlar ki neva makamı kötü fikirleri kovuyor, üzüntüyü gideriyor. Irak makamı saldırganlığı önlerken hicaz makamı tevazu etkisi yaratıyor. Buselik makamı barış duygusu veriyor, akıl hastalıklarına da iyi geliyor...