Eskiden mahallemizin kenarlarını süsleyen bakkallar, mahalle fırınları ve kıraathaneler, yerlerini birbirine benzeyen zincir mağazalara bıraktı. Bakkallara girdiğimizde esnafın sıcak gülüşü, alışveriş ile samimi sohbetin bir arada harmanlandığı o ortam.. Artık yerini hatıralara bıraktı. Yaşadığımız şehir büyüdükçe, tanıdık yüzlerin azaldığı ve maalesef her davranışın standartlaştığı bir düzenin ortasında kendimizi bulduk.
Değişim belki çok zor olabilir. Bunu hepimiz biliyoruz. Ancak söz konusu değişim, beraberinde bizleri kimliğimizden yozlaştırıyorsa bunu durup uzun uzadıya düşünmek gerekiyor. Şehirler; yalnızca beton yapıtlarla değil, yaşayan bireylerin birbirinden farklı hikâyeleriyle anlam bulur. Sokak köşesindeki simitçinin, yıllardır aynı yerde duran herhangi bir esnafın yokluğu, aslında bir kadim kentin hafızasından yok olan bir değerdir.
Bu kaybolan değer, aynı zamanda mahalle kültürünün de zamanla azalmasına neden oluyor. Eskiden komşuluk ilişkileri bir anlamda da esnafın varlığıyla kuvvetlenirdi. Mahalle yeni birisi geldiğinde, ilk haberini bakkal verirdi. Şimdi ise insanlar birbirinin kapısını çalmaktan utanır hale geldi. Sokaktaki arkadaşını gören kişiler ise birbirine selam vermekten aciz oldu.
Belki de şehirlerimizi yeniden renklendirmenin yolu, sadece yapıtların değil, insanın da samimi ilişkiler kurabileceği bir düzen dizayn etmekten geçiyor. Mahalle kültürünü oluşturan değerleri ve komşuluk ilişkilerini artırmak buna örnek olabilir. Kentlerin büyümesi, kimliğini kaybetmesi anlamına gelmemeli; tam tersine, geçmişin sıcaklığını geleceğe taşıyabilmeli.