Eski zamanların sufileri yoksul yaşamayı seçerlermiş. Bir sufi düşünde görmüş ki üstatlardan biri cennete ötekinden biraz önce giriyor. Çünkü onun hayattayken bir gömleği varmış, ötekinin iki. Günümüzde yoksulluğa iltifat edenlerin varsıllığından gözlerimiz kamaşıyor. Kendisinden "bu fakir" diye söz eden zenginler de görüyoruz. Alçakgönüllü görünmek iyi bir şeydir.
Vaktiyle sünnet edilecek bir çocuğu Koca Hüsrev Paşa'ya el öptürmeye götürmüşler. "Evladım, ben fakir düştüm, bir şeyim kalmadı." demiş Paşa. Sonra bir dolabı açmış, iki parça gümüş eşya çıkarıp uzatmış, "Bunları satsınlar da sünnet masrafını karşılasınlar." buyurmuş.
Denir ki o eşyaların parasıyla çocuğun sünneti yapılmış. Artanıyla ev alınmış, evlenilmiş, hacca bile gidilmiş.
Zengin ülkeler gibi zengin insanların da yoksulluk sınırı bizimkinden farklı oluyor.
Maddi yoksulluk bir musibet. Ama başka yoksulluklar da var: akıl yoksulluğu, bilgi yoksulluğu, sevgi yoksulluğu...
Vicdan yoksulluğu da insan hayatını tehdit eden bir büyük düşman. Ultra (aşırı) yoksullar, günlük kalori gereksinimlerinin en fazla yüzde 80'ini karşılayabiliyormuş. Sayıları her geçen gün artan ultra vicdan yoksullarının durumu daha da vahim. Gereken günlük "insanlığın" binde birini bile karşılayamıyorlar.
Halet Efendi zeki, kültürlü, nüfuzlu bir devlet adamıydı. Galata Mevlevihanesine de girmişti, şiir miir de yazıyordu. Ama ağır bir yoksulluk içindeydi. Etrafındakilere çıkıştı bir gün:
"Genç oldu mu acırsınız. Yaşlı oldu mu günah dersiniz. Biz idam ettirmek için orta yaşlı adamı her zaman nerden bulalım?.."
İki yüzyıl geçti üzerinden. İnsanlar gelişti, dünyalar değişti. Halet Efendilerin soyu kurumadı gitti...
İbrahim Değil