Cahit Sıtkı amcanın, "Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın / Elin boş mu gireceksin geceye" sorularına ilk kez muhatap olduğumda hasat konusunda paniğe kapılmadım. Aptal bir ergen olsam da okuduğum kitaplardan, izleyebildiğim filmlerden ve avare dolaştığım sokaklardan aldığım keyfin kazanç olduğunu sezinliyordum. O sıralar yediğim dayakların kazanç olduğuna beni ikna etmeye çalışan büyüklerim de oldu.
"Hangi kamusu açarsan aç / İster Larousse'u ister Kābus'u" kazanç maddesine öncelikle ve ivedilikle "para" yazmışlardır. Cümle içinde kullanırsak: "Sapasağlam bir delikanlı, dilenerek ayda üç yüz bin liradan fazla kazanç elde ediyorum, diyor..."
Aslında yaşama bakışınızla ve beklentilerinizle ilgilidir kazanç. Komşunun -örneğin benim- bir karış toprağını çalmayı kazanç olarak gören de vardır, felekten bir gün çalmayı veya bir insanın kalbini çalmayı da... Kabristanda en manzaralı yeri kapmayı kazanç sayanları bile gördük.
Maçkalı Ali İhsan amca (Eyüboğlu) tanıdığım en güzel insanlardan biriydi. Kendisine bir selam verip iki kelam ettiğinizde en azından bir sütlaç ısmarlamadan bırakmazdı sizi. Işıklar içinde uyusun, bu cömertlik de bir insan için kazanç olabiliyor, örneğin.
Yazdığım kitaplardan üçünü yayımladım. Kazancın ne oldu, derseniz birkaç okuyucu. Ama şu hayattaki birkaç muradımdan birine erdim mi, erdim.
Dedem Nasrettin'in bir arzusu vardı: Koca öküzün iki boynuzu arasında oturmak. Bir gün boynuzlara tutunarak mabadını öküzün kafasına yerleştirir. Bunu yapar yapmaz kendisini önce havada, sonra da tezeklerin üzerinde bulur. Toparlanıp kalkarken, "Çok şükür, bunu da yaptım ya!.." der. Hocam da benim gibi muradına ermiştir ki insana ukde olmayan her şey bir kazançtır.
Bir de şu var ki... Kandıra'da hamallık yapan Mehmet Bey, her ay bir günlük kazancını muhtaçlar için bağışlıyor. "Verdiğin senindir." diyor, verdiğin kazancındır. Öyle, çalıp çırptıklarının bir bölümüyle sözüm ona hayrat yaptırmaya benzemez böyle işler...
İbrahim Değil