Kalem, yalnızca bir yazı aracı mıdır?
Hayır! O, suskun ruhların dili, görülmeyen yaraların sesi, zamana direnen bir hafızadır. Yürekten ve zihinden çığlık gibi patlar satırlara.
Bazen bir dua gibi süzülür sayfalara.
Ve fani; kalemden beslenir, harflerle büyür, sözcüklerle doyar.
Belki şiirin içinde saklı duran bir teselli. Öykünün son cümlesinde gizlenen bir umut.
Kitabın satırlarında gezinen bir isyan. Düşünceyle, hayalle, sezgiyle, anlamla besler bizi.
Kalem, yazının kutsal sofrasına oturtur bizi. Biliriz ki, kalemin açtığı kapılar öyle sıradan değildir.
O kapılardan geçmek, insanın kendiyle yüzleşmesi, korkularla, arzularla, mazinin tozlu aynalarında yüzleşmek gibidir.
Kalem, bazen bir annenin ninnisi olur yorgun yüreklere.
Bazen bir devrimcinin yumruğu olur zalim satırlara.
Bazen bir çocuğun gözlerinden dökülen merak olur.
Bazen bir yaşlının dudaklarında titreyen hatıra.
Ne olursa olsun, beslediği her kalp, başka bir hikâyenin taşıyıcısı olur.
Bir harf, bir hayatı değiştirebilir.
Bir kelime, bir insanı iyileştirebilir.
Çünkü kalem, içten akan bir nehirdir.
Kirli olanı temizler, kuru olanı sulandırır.
Ve biz, her satırda biraz daha insan oluruz. Her cümlede biraz daha çoğalır, biraz daha eksiliriz.
Kalemin gölgesinde büyür, onun ışığında yürürüz.
Ve belki de en çok yazarken değil, yazıyla yaşarken besleniriz kalemden.
Bir kelimenin yüreğimizi kanatmasına izin verdiğimizde, ya da bir cümlenin bizi ağlatmasına ses çıkarmadığımızda...
İşte o zaman anlarız: Kalemden beslenmek;
ruhun, zihnin, kalbin, bedenin iki parmak ucunda dile gelmesi, insan olmayı becermek olduğunu.