Bir Zen manastırında kurallar katı. Konuşmak yasak, her keşişin on yılda bir sadece 2 sözcük söyleme hakkı var. Birinci on yılı dolduğunda başkeşişin huzuruna çıkıyor biri.
"Konuş evladım." diyor usta.
"Yatak sert..."
"Hımm... Tamam, gidebilirsin."
İkinci on yılı dolar dolmaz keşiş çıkıp geliyor yine:
"Yemekler kötü..."
Sayılı yıl çabuk geçer. Üçüncü on yılın sonunda gelip aynı adam,
"Ben bırakıyorum..." diyor.
"Bırak valla!.. Nedir bu? Sürekli şikâyet, sürekli şikâyet..."
Bir noktadan sonra insanın canına tak ediyor. Nedir bu insanların, tadımızı kaçıran yakınıp durmaları? "Haberin var mı, oluklardan / Akan su sesinde bahar geliyor" diye mutlu olunacak zamanlardayız oysa. Bu feryadı figanı anlayabilene aşk olsun! Şu güzelim günleri göremeden henüz 46'sında dünyamızdan çekip giden Tarancı üstadın dilediği zamanlara geldik. "Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun / Kış günü herkesin evi barkı olsun... / Olursa bir şikâyet ölümden olsun" dediği. Hâl böyleyken "hak, hukuk, adalet" nidalarına tıkarım ben kulaklarımı.
"Hasta kızımı serbest bırakın, onun yerine beni alın." diyor bir baba.
"Dizi filmin sonunu beğenmedim." diye mektup yazmış bir kadın.
"Bir gün bile yatarı olmayan suçlamadan tutuklandık." diyor gençler.
"Yamaç paraşütü yapanlar, yukarıdan geçerken kadınlara özgü havuzları dikizliyorlar."
"Torunuma harçlık veremiyorum, yavrum..."
"Kadınların parkta yoga yapması yasaklansın..."
"Konuşma engelli bir delikanlıyı slogan atmakla suçladılar, iyi mi?.."
"Saç ektirdim. 1 yıl oldu, hâlâ kelim..."
4 bin yıl önceye ait tablette yazıyor. Bir Asur kadını kayyumvalidesini kocasına şikâyet etmiş, "Gel, kurtar beni bu kadından." diyerek.
Şikâyet etmek gibi olmasın ama dostlar, olur olmaz her konuda şikâyetler hiç bitmiyor. Zamanede her şey bu denli iyi gidiyorken üstelik...