Ren adında bir ihtiyar, Konfüçyüs'e şöyle demiş:
"İlk kesilecek olan düz ağaçtır. İlk kuruyacak olan, tatlı su kuyusudur. Akılsızları uyarmak için bilgeliğinizi keskinleştiriyor, kötülük yapanlara karşı çıkarak kendinizi herkese açık ediyorsunuz. Bu yüzden tehlikeden kaçamıyorsunuz."
Doğu Denizi'nde Yidai adında bir kuş varmış. Uzun yaşamak istiyorsak onun gibi olmalıymışız. O ne önde ne arkada uçar, araya kaynarmış. Asla ilk lokmaya atılmaz, hep kalanları yermiş. Bu yüzden de sürüden atılmaz ve taciz edilmezmiş.
Ben de masal ülkesinde bir kuş olsam öyle yapardım. Hayat çünkü soluk almayı sürdürebilmektir. Bir dala tüneyip aşk şarkıları söylemektir, çığlıklara kulaklarını tıkayıp.
"Meşhur bir kelâmdır, sen kazan sen ye
El için yok yere ateşe yanma" demiş Huzuri dede. Ve devam etmiş:
"Yanında birini kesseler eğer
Bir hançer de sen vur, sonra utanma..."
Fakat ne gariptir ki birtakım hayvanlar akla ziyan işler yaparlar. Bir karınca, örneğin, bir yiyecek kaynağını buldu mu koşup arkadaşlarına haber veriyor. Yunuslar ve balinalar birbirlerinin vücuduna kuyruklarıyla dokunarak sevgilerini gösteriyor. Fareler, çok sevdikleri çikolatayı yemektense kapana kısılmış arkadaşlarını kurtarmayı yeğliyor. Misk sığırları bir saldırganla karşılaştıklarında en zayıf üyelerini bırakıp kaçmak yerine kendilerine bir güvenlik çemberi oluşturup mücadeleye girişiyor.
"Ceylan avlamam olanaksız gibiydi." diyor bir Afrika gezgini. "Çünkü ne zaman birine yaklaşmak istesem nöbet tutan zebra tehlikeyi fark eder, ceylanları uyarırdı..."
Şimdi bu zor zamanlarda kimi insanlar için Nazım Usta'nın ifadesini ters yüz edelim:
Fare gibi değilsin güzel kardeşim. Karınca gibi de değil. Ne misk sığırı gibisin ne yunus gibi ne zebra gibi...