Toplumun kayıp saatleri

Reyting Uğruna İnsanlığımızı Kaybediyoruz

Değerlerimiz her geçen gün gözlerimizin önünde eriyor; kültürümüz, geleneklerimiz ve ahlaki ilkelerimiz adeta sessizce kayboluyor. Ancak çoğu zaman asıl suçluyu görmezden geliyoruz. Televizyon ve dijital ekranlar, toplumun ruhuna sinsice işleyen kirli bir düzeni her geçen gün yeniden inşa ediyor.

Ana haber bültenlerini açıyoruz; ekran kan gölü. Cinayetler, istismar haberleri, nefretle dolu tartışmalar. Artık çocuklarımızla birlikte haber izlemek cesaret istiyor, bir kanalda sabit durup haber izleyemiyorsun.

Öğle kuşağında ise farklı bir tablo yok, aile içi kavgalar, yasak ilişkiler, hakaret dolu programlar. Hepsi “reyting” adı altında pazarlanıyor. Mahremiyet çiğneniyor, değerler ayaklar altına alınıyor. Peki bu tablo, bilinçli ve sağlıklı bir toplum için nasıl bir zemin oluşturabilir?

Akşam kuşağı dizilerine bakalım. Her bölümde aynı senaryo; şiddet, aldatma, entrika ve boşanma. Ekranlardan taşan bu karanlık hikâyeler, toplumun ruhuna sessizce işliyor.

Oysa televizyonun görevi sadece “oyalamak” değil, aynı zamanda “öğretmek”, “örnek olmak” olmalıydı. Ama o sorumluluk çoktan unutuldu; yerini ucuz entrika ve reyting hırsı aldı.

Bir de işin dijital tarafı var. Diziler televizyon yayınından birkaç saat sonra YouTube’a yükleniyor. Ertesi gün öğleye varmadan milyonlarca izlenmeye ulaşıyorlar.

Peki sabah 08.00 – 12.00 saatleri arasında bu videoları kim izliyor? Ev hanımı zaten televizyondan evinde izliyor. Peki sabahın köründe bu videolar nasıl bu kadar izlenme sayısına ulaşıyor? Yoksa mesai saatlerinde ekran başında bambaşka bir dünyanın içine mi sığınılıyor? Bu soru bile, konunun ne kadar derinleştiğini anlatmaya yeter.

Ve işin bir başka boyutu daha var; telefon ve sosyal medya bağımlılığı. Artık ekran sadece televizyon değil; cebimizde taşıdığımız akıllı cihazlar ve sosyal medya platformları da bireyleri esir alıyor.

Sürekli bildirimlere bakma, beğeni sayısını takip etme, içerik akışına kendini kaptırma. Bu durum, sadece gençleri değil, ev hanımlarını, iş dünyasındaki yetişkinleri ve günlük hayatını ekranın ritmine göre şekillendiren herkesi etkiliyor. Ekran bağımlılığı, toplumsal değerlerin ve bireysel disiplinin yavaş yavaş erimesine yol açıyor.

Peki, neden bu konular işleniyor? Neden televizyon ve dijital platformlar sürekli şiddet, entrika, skandal ve kavgaya odaklanıyor? Çünkü toplum bunu merak ediyor, izliyor ve talep ediyor. Reytinglerin yükselmesi, beğeni sayılarına yansıyan ilgi, üreticilere “daha fazlasını yapın” mesajı veriyor. Bu da farklı bir boyut: İçerik sadece dayatılmıyor, bizler de bu kirli akışın bir parçası oluyoruz. Talep ettiği sürece, ekranlar kötü örnekleri sunmaya devam edecek.

Peki, ülkemizde hiç mi güzel şeyler olmuyor? Başarı hikâyeleri, fedakârlık örnekleri, sanat ve kültür başarıları, toplumsal dayanışma hikâyeleri… Bunlar yok mu? Elbette var. Ama ne yazık ki, en çok izlenen kanallarda ya da dijital platformlarda bu tür programlar nadiren yer alıyor. Oysa toplumun da bunlara ihtiyacı var; izleyici sadece şiddeti ve skandalları değil, ilham veren, umut veren ve öğretici içerikleri de görmek istiyor.

Her alanda cezalar uygulanıyor, denetim mekanizmaları titizlikle işliyor. Ama sıra medya içeriklerine gelince tablo birden değişiyor. Birkaç puanlık reyting uğruna toplumun değerleriyle oynamak suç değil midir? “Basın özgürlüğü” ile “toplumun ruhunu zehirlemek” arasındaki fark neden bu kadar göz ardı ediliyor?

Artık şu sorudan kaçamayız; eğer biz çocuklarımızı, gençlerimizi, ev hanımlarını ve ekranla nefes alıp veren bir toplumu kaybediyorsak; yarın hangi ahlaktan, hangi kültürden, hangi toplumdan söz edebiliriz?

Günümüzde medya ve dijital platformlar aracılığıyla toplumu dizayn etmek için kötü bir algı pompalanıyor. Şiddet, entrika, yalan ve popüler kültürle şekillendirilen bu kirli düzen, toplumun düşünce ve değer sistemine sinsice işliyor. Ve bizler, bu kötü gidişata karşı henüz kayda değer bir adım atmıyoruz. İzliyor, tüketiyor ve bazen onaylıyormuş gibi davranıyoruz.

Bir ülkenin geleceği eğitimle, kültürle, ahlakla ve değerlerle şekillenir.
Ama medya ve dijital bağımlılık aracılığıyla pompalanan olumsuz algılar, toplumsal çürümenin en tehlikeli tuzağıdır.

Reyting uğruna, kötü algılara teslim olursak ve umut veren içeriklere değer vermezsek, kaybedeceğimiz şey yalnızca televizyon karşısında geçen birkaç saat değil; geleceğimiz, çocuklarımız, evlerimiz ve kimliğimiz olacaktır.

Bu konuyu derinlemesine anlamak ve medya ile toplumsal algı arasındaki ilişkiyi daha iyi kavramak için, Banu Avar’ı takip etmekte büyük fayda var. Avar’ın analizleri, ekranların ve dijital platformların toplum üzerindeki etkilerini görmek ve farkındalık kazanmak açısından önemli bir kaynak sunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
42 Yorum
Erhan Eroğlu Arşivi

Türk Milletinin Gururu; Cumhuriyet

29 Ekim 2025 Çarşamba 10:26

Dükkânlar açık, peki ya dijital kapılar?

18 Ağustos 2025 Pazartesi 12:14