Kadim medeniyetlerden günümüze beşeri ve tarihi hafıza gösteriyor ki; toplumların saadet ve huzur içerisinde yaşaması, kardeşlik hukukunun tesis edilmesiyle olmuştur. Kardeşlik hukuku ise, ulus çatısı ve kimliği altında ortak değerlerin etrafında birleşilmesiyle mümkün olmuştur. Ortak değerler ise adalet, ahlak, etik, merhamet, vicdan, yardımlaşma gibi erdemlerin toplumsal yaşamda hayat bulması; hakkaniyetli, eşitlikçi, özgürlükçü yaklaşımlar üzerinden inşa edilmesi ile başarıya ulaşılmıştır.
Tarih, kardeşlik hukukunun başarıyla tesis edildiği örneklerle doludur. Uzağa gitmeye gerek yok. Kendi tarihimiz ve kültürümüzde sıklıkla bu mükemmel örnekleri görebiliyoruz. Bu yazımızda geçmişten günümüze Türk tarihinde kardeşlik hukukunun nasıl kurulduğunu bazı önemli örneklerle anlatmaya çalışalım.
Türk tarihine dikkatle bakıldığında; kardeşlik anlayışı ve hukukunun yaşam felsefesi haline getirilmesi ve tatbiki ile, toplum ve devletlerinin zirve dönemlerine nasıl ulaşmış olduklarına görmekteyiz.
İşte Göktürkler( Köktürk).İlteriş Kağan ve sonrasında Bilge Kağan ve Kültigin Kağan gibi liderler yönetiminde "İl" yani devletin, ülkenin, vatanın birlik ve bütünlüğünü sağlamak için kardeşlik hukukunu ne kadar önemsendiğini Orhun Yazıtları’nda dile getirmiş.
Bilge Kağan, halkına olan bağlılığını, halkını kardeşleri gibi gördüğünü sık sık vurguluyor, kitabede diyor ki;
"Aç olanı doyurdum, çıplak olanı giydirdim. Fakiri zengin ettim. Az milleti çok ettim."
Halkıyla kardeşlik ilişkisini nasıl kurduğunu, toplumda adaletli bir düzeni nasıl inşa ettiğini ifade ederek geleceğe tarihi miras niteliğinde mesaj bırakmıştır.
Selçuklu Devleti dönemde ise; kardeşlik hukuku, özellikle Ahilik teşkilatı ile toplumsal ve ekonomik boyutla daha da güçlendirilmiştir. Meslek sahibi insanları bir araya getiren, dayanışmayı ve yardımlaşmayı esas alan bu örgütlenme; temelinde doğruluk, yardımlaşma, adalet, ahlak ve dürüstlük anlayışını inşa etmiş, belirli kurallar oluşturmuş ve toplumun her kesimini bu kurallara uymaya teşvik etmişlerdir. Bu sistem, sadece ekonomik bir yapı değil, aynı zamanda toplumsal birlikteliği pekiştiren bir kardeşlik hukuku düzeni olmuştu.
Ahiler, sadece ticaret yapan bir zümre değil, aynı zamanda yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir teşkilat olmuş. Ustalar, çıraklarına sadece meslek öğretmekle kalmamış, aynı zamanda onlara ahlaki değerler, erdemler kazandırmıştı. Fakirlerin, yetimlerin gözetildiği bu sistemde, sosyal adalet ön planda tutulmuş düzenli, huzurlu bir toplum yaşantısı tesis edilmişti.
13. yüzyılda Türklerin Doğudan batıya devam eden yolculuk serüveninde Osmanlı Devleti, "millet sistemi" adı verilen bir yapı kurarak aslında kardeşlik hukukunu tesis ederek farklı inanç gruplarını bir çatı altında huzurlu yaşatmayı başarmıştır. Türk tarihinde yeni bir hikaya yazarken hoşgörü ve kardeşlik anlayışını hukuk sistemine yansıtarak çok uluslu bir imparatorluk yönetmeyi başarmıştır.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra gayrimüslimlere tanıdığı haklar,(Kendi inanç ve ibadetlerini özgürce yaşamalarını emretmesi) Osmanlı’daki kardeşlik hukukunun önemli bir göstergesidir.
1463 yılında Bosna'nın fethi sonrası; Fatih Sultan Mehmet’in yayınladığı Bosna Fermanı ile Müslüman olmayan topluluklara güvence veriyordu.
"Hiç kimse bu insanları rahatsız etmeyecek, onların canlarına ve mallarına zarar vermeyecek."
Bu ferman, Osmanlı’nın farklı topluluklarla kurduğu kardeşlik hukukunun örneklerinden biri olmuştu.
16. yüzyılın 2. yarısı itibariyle devlet ve toplum düzeninde yaşanan olumsuzluklar; millet sistemine darbe vurmakla kalmamış, kardeşlik hukukunu da sekteye uğratmış ve Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı olmuştur. Yönetimsel liyakatsizlikler, ekonomik sorunlar, adalet anlayışının zaafiyete uğraması, etik, ahlak, inanç değerlerinin yozlaşması gibi hususlar toplumun kardeşlik hukukunu erezyona uğratmıştı.
18. yüzyıl son çeyeğinde Fransız devriminin yarattığı fırtına Osmanlı Devletini sona biraz daha yaklaştırmıştır. Artık dünyada milliyetçi rüzgarlar kuvvetlice eserken "millet sistemi " yerle bir oluyordu. Artık ulus devlet zamanı idi.
20 yüzyılın başında Osmanlı Devleti tarihin sayfalarında yerini alırken batının esaret zinciri kırmak isteyen Türk milleti yeniden şahlanış hamlesini yapma iradesini ortaya koyuyordu. Türk milleti Anadolu'da bağımsızlık ateşini yakarak ayağa kalmış, kardeşlik hukuku ve ruhunu yeniden tesis ederek destansı son büyük adımını atıyordu. Osmanlı'nın külleri üzerinden bakiyesi ve kahraman evlatları bir araya gelerek Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kardeşlik hukuku ile İstiklal harbini başarıya taşıyordu. Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin kardeşlik hukukunun son büyük başarısı ve halkası olmuştu.
Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelen insanlar, fark gözetmeksizin vatan savunması için omuz omuza vererek cansiparane mücadele etmiş olması, bu hukuku yeniden inşa ettiğinin göstergesidir. Türklük çatısı altında tek bir millet şuuruyla hareket ederek bağımsızlık mücadelesinde birleşmiştir. Bu birlik ruhu Cumhuriyet’in kuruluşuyla taçlandırılmış. Birliktelik, vatandaşlık, kardeşlik hukuku çerçevesinde yeni bir boyut kazanılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletini bir bütün olarak ele almış ve “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek, birlik ve beraberlik vurgusu yapmıştır. Dış odaklara karşı içeride kardeşlik, beraberlik, dayanışma, eşitlik, adalet zemini oluşturulmuştur.
Türk tarihinin ilk günlerinden Cumhuriyet’e kadar farklı dönemlerde bu anlayış değişik şekillerde tezahür etmiştir. Günümüzde de bu mirasın korunarak, toplumsal dayanışmanın ve kardeşlik hukukunun güçlendirilmesi, güçlü bir millet olmanın temel unsurlarından biri olmaya devam etmektedir.
Bugün ve gelecekte bu ilkelerden ilham alarak adalet, eşitlik, özgürlük, insan hak ve hürriyetleri temelinde kardeşlik hukukumuzu yeniden güncelleyerek daha güçlü kılma gücümüz, birikimimiz, tarihsel derinliğimiz, tecrübemiz ve irademiz olduğunu görüyor ve inanıyorum. Ancak bunun için bireylerin ve toplumların bilinçli hareket etmesi, önyargılardan arınarak ortak değerlerde birleşmesi gerekmektedir.
Muktedir olanların gerekli hassasiyeti ve sorumluluğu üstlenmesi hayati önem taşımaktadır. Türk milleti bunu çok kez başardı yeniden neden başarmasın. Yeter ki, ortak değerlerden yola çıkıp kamplaşma, ayrışma, ötekileştirme anlayışından uzak duralım. Bize biçilen elbiseyi değil, kendi biçtiğimiz elbiseyi giyelim. Başarı için yeterki; şeffaf, inandırıcı, samimi, insan merkezli hukuk dairesinde erdemler bütününde hareket edilmiş olunsun.
85 Milyonluk Türk milleti tarihinden aldığı güç, kuvvet ve tecrübe ile ortak değerler bütününde, devletin kuruluş felsefesinden taviz vermeden huzur ve güven içerisinde yaşayan, Anadolu’nun yeniden yıldızı parlayan toplum ve devlet olmayı engelleyecek bir durum yoktur. Olsa bile bunları aşabilecek güç, irade bu topraklarda Türk miiletinde hep var olmuş olmaya da devam edecektir.