Bir öykücük okudum:
İşsiz bir kadı, bir göreve atanmak için Emir Buhari'den yardım -torpil- ister.
"Kazaskere bir mektup yazsanız sevaba girersiniz, size minnettar olurum, efendim..."
Emir, kadıyı kırmaz ama talebini kâğıda şöyle yazar:
"Duacınızın mektubunu getiren zat, cehennemden bir hasır serecek kadar yer talebinde bulunmaktadır..."
Bu tür öyküleri günümüzde okuyan pek kalmadı. Hepimiz o ahlaki değerlere fazlasıyla sahip olduğumuz için sanırım, böylesi iletileri sıradan buluyoruz.
Eski kitaplarda yönetenlere dair de sayısız öykü vardır. Ve her öyküye sokuşturulmuş öğüt ve tavsiyeler...
Bir bilgeye sormuşlar:
"Hükümdarların kişisel hazineye sahip olması gerekir mi?"
"Gerekir." demiş bilge. "Halkın hayır dualarından oluşan bir hazineye sahip olmaları gerekir."
“Peki, o duaları alabilmek için, içi para dolu bir hazineyi halka saçmaları gerekmez mi?”
“Buna hiç gerek olmaz. Yeter ki ülkelerini bilim ve adaletle yönetsinler...”
Sadi'nin Gülistan'ında onlarca öykü vardır hükümdarlara ilişkin.
Acımasız padişahlardan biri, "İbadetlerin en hayırlısı nedir?" diye sormuş bir adama. "Sizin için uyumaktır." diye yanıtlamış adam. "Uyuduğunuz süre zarfında halka zulmetmemiş olursunuz. Bundan âlâ ibadet mi olur?.."
"Musul Çeşmesi’nden su içmek" diye bir deyim var(dı). Çoook eskiden bir çeşme varmış Musul'da. Suyundan iyiler içerse şifa bulur, kötüler içerse öteki dünyayı boylarmış. Şehre zalim bir vali gelse halk onu bu çeşmeye götürüp suyundan hem kendi içer hem adama ikram edermiş.
O çeşme kuruyalı çok oldu. Bugün hâlâ akıyor olsaydı tüm yöneticilere ve halka şifa olurdu, muhtemelen.