Aksiyonlarımızın saniyelerle yarıştığı, bildirim seslerinin bütün dikkatimizi ona topladığımız oldukça hareketli bir dönemdeyiz. Sabahları uyandığımızda öncelikle telefonumuzun ekranına ardından aynaya bakıyoruz. Gözlerimizdeki yorgunluğu baktığımız ekranın bize yansımasından okunurken, günün ilk çeyreğinde oldukça tükenmiş, adeta pilimiz bitmiş gibi hissediyoruz. Bu noktada durmak, sorgulamak ve yavaşlamak belki de en basit gibi gözüken ama en etkili çözümdür.
Modern hayat, günümüzde hız ve mobilite üzerine kurulu. Hızlı yemek, hızlı çalışmak, hızlı üretmek, hızlı karar vermek, hızlı çözüm üretebilmek gibi.. Ama ya içten düşünüp, kalpten hissetmek? Günümüz şartlarında unuttuğumuz şeylerden biri kendimizle baş başa kalmak. Oysa bizler, yalnız kalarak rahatlamak isteriz. Yalnız kaldığımızda ise yeri gelir dünya adeta durur ve yaşam yavaşlar.
Bu sebeple “yavaş yaşam” kelimesi bizler için adeta ilaç niteliğinde. Aslına bakıldığında bizlerin artık sürekli tüketim içerisinde olduğundan dolayı her an bir uğraş içerisinde olduğu için bu davranış alışkanlığına karşı adeta bir duruş.. Yavaş yaşam, zamanı boşa harcamak değil; zamanı anlamlı kullanmak demek. Bir fincan kahveyi aceleyle değil, tadına vararak içmek; bir sohbeti telefon ekranıyla bölmeden sürdürebilmek…
Tabi bu değişimin olabilmesi çok güç. Günümüz toplumu bize başarıyı hızla eşleştirdiği sürece, yavaş kalan kişiler tembel, geri kalan ya da verimsiz olarak görülüyor. Oysa ki gerçek verimlilik, ne kadar çok çaba harcayıp başarabildiğimiz değil; az çabayla ne kadar verimli olduğuyla ölçülmeli.
Tükenmişlik sendromunun, özellikle metropol kent yaşamına sürgün edilmiş veya masa başı çalışan bireylerde yaygınlaşması çok normal. Sürekli bir şeyleri yetiştirme kaygısıyla birlikte koşuşturmayla geçen bir hayat, ruhu yer, kemirir. İşte bu yüzden, belki de bir gün, rahat bir şekilde hiçbir yere yetişmeden yapılan bir yürüyüş birçok şeyden daha verimlidir.
Belki bu yazıyı okurken bildirim sesine cevap vermezsiniz. Belki gözlerinizi kapatır, benliğinize yanıt vererek dinginleşirsiniz. Belki de hayat, hızlandıkça değil, yavaşladıkça tatlanarak anlamını artırır.