Oğuzhan Memişoğlu

Oğuzhan Memişoğlu

Kapıyı değil, gönlümüzü kapatıyoruz

Bazen özlediğimiz şey bir zaman değil, bir samimiyet hissiydi aslında. Sokaklarda yankılanan çocuk seslerini, misafirliğe giden tepsilerin üzerinde örtülü kek kokusunu, kapısı ardına kadar açık bir evin bize verdiği güveni günden güne fazlasıyla özlüyoruz.

Geçmişe bakıp düşünüyorum da, bir zamanlar gerçekten de “kapısı açık evler” vardı. Hani şu bir apartmanın giriş katında değil, mahalle aralarında, birbirine benzeyen ama içindekilerle bambaşka olan evler… Kapının eşiğinde oturan bir teyze, yanından geçen herkese selam verir, “Yavrum, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sorardı. O kadar doğaldı ki bu içtenlikle sorulan soru kimse yadırgamaz, kimse “Ne alaka?” demezdi. Çünkü komşuluk, sadece yan yana oturmak değil; aynı hayatı, aynı mahallenin havasını paylaşıp beraber yaşamaktı.

Ben hatırlıyorum; akşam ezanı okundu mu, anneler kapının önünde beklerdi. Çocuklar sokaktan çağrılırdı. Bazen komşunun çocuğu da hâlâ sokaktaysa, “Hadi oğlum, sen de eve gir” derlerdi. Kimse “Sen kimsin de benim çocuğuma karışıyorsun?” diye düşünmezdi; çünkü bilirlerdi ki o uyarının ardında bir sevgiden başka bir şey yoktu.

Bir de o mutfak pencerelerinden birbirine uzanan tabaklar… Bir gün annem, “Sen de şunu karşıya götür” derdi, elimde tencere kapağını tabak gibi örttüğüm bir kâseyle komşuya koşardım. Kapıyı çalmaya bile gerek yoktu; çünkü çoğu zaman kapı zaten açıktı. Girerdin, “Teyze, annem yolladı” derdin. O da hem teşekkür eder, hem de genellikle “Dur, boş gitme” deyip eline başka bir tabak tutuştururdu.

O açık kapıların ardında sadece bir ev değil; samimiyet, güven, paylaşma vardı. İnsan kendini yalnız hissetmezdi. Çünkü bilirdin ki bir ihtiyacın olduğunda yan kapıya gidebilirdin. Bir tas çorba, bir avuç şeker, ya da sadece bir çift kulak için bile olsa…

Şimdi düşünüyorum da, kapılarımızı ne zaman kapattık? Belki de ilk apartman dairelerini inşa ettiğimizde… Belki de kapımıza ilk çelik kapı taktığımızda… Veya kapıyı kilitlerken, gönlümüzü de kilitledik. Artık kapımız çalındığında “Kim acaba?” diye kaygıyla bakıyoruz. Gelen tanıdık bile olsa “Rahatsız mı olduk?” diye düşünüyoruz. Komşunun penceresinden sızan yemek kokusu, “Ne pişirmiş?” diye merak uyandırmaz oldu; şimdi kokular bile yabancı.

Çocuklar sokağı unuttu. Komşuluk kelimesi bile nostaljik bir şeye dönüştü. Oysa komşu, bazen aileden de yakın biriydi. Evde elektrik kesildi mi, karşı kapıyı çalıp mum istenirdi. Gece bir hastalık oldu mu, en önce komşuya seslenilirdi.

Bazen eski günleri anlatırken “O zamanlar hayat daha kolaydı” deriz. Belki hayat daha kolay değildi; ama insanlar birbirine daha yakındı. Yoksulluk da vardı, dert de vardı; ama dertler bölüşülünce daha hafif gelirdi insana. Kapısı açık evler, gönlü açık insanların yaşadığı evlerdi. Ve o evlerde, yalnızlık yoktu.

Belki artık geri getiremeyiz o günleri… Ama belki küçük bir “Merhaba" ile balkonda denk geldiğimiz komşuya bir gülümsemeyle başlatabiliriz yeniden. Belki apartman kapısının ardında değil, gönlümüzün kapısında biraz aralık bırakabiliriz.

Çünkü hâlâ bir yerlerde, kapısı açık bir ev, gönlü açık bir insan vardır. Ve onlar hatırlatır ki, kapıyı kapatmak sadece tahta veya demiri değil; birbirimizi dışarıda bırakmak demektir.

Siz de bir düşünün… En son ne zaman bir komşunuza, içten bir “Nasılsınız?” dediniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Oğuzhan Memişoğlu Arşivi

Değişen kentler, kaybolan değerler

23 Kasım 2025 Pazar 23:59

Veri yedeklemede sistem değişiyor

16 Kasım 2025 Pazar 23:55

Naifliğin modası mı geçti?

10 Kasım 2025 Pazartesi 23:54

Kaybolan zanaatların sessiz ayrılışı

03 Kasım 2025 Pazartesi 23:41

Futbolun güveni sarsıldı

30 Ekim 2025 Perşembe 23:59

Adaletin terazisi mi şaştı?

22 Ekim 2025 Çarşamba 23:58