Okumak, bireyin kendi iç dünyasındaki karanlığına yürüyüşü, yolculuğu, serüveni, macerasıdır.Dıştan bakınca sessiz bir eylem gibi görünür; lakin içeride bir tayfun, fırtına kopar.Her defasında rutini, alışkanlığı paramparça eder; tabuları duvarları yerle yeksan eder.
Okumaya başlayan insan artık ait olduğu ortamdan usul usul kopmaya, ayrılmaya başlar.Bu kopuşun adı nedir? derseniz, "yanlızlıktır"* derim. İnsan; konforunu eleştiriyle, sorgulamayla takas eder.İnsan bir kez düşünmeye, idrak etmeye başlayınca artık bildikleri onu tatmin ve mutlu etmez hale gelir.
Okuyan insan yalnızlaşır; ama o yalnızlık, içsel bir yüceliştir.Sonunda anlarız ki; insan, yalnızlaştıkça derinleşir.Nihayetinde*kendi devrimini*yapar.
Bazen sakinlik, sükûnet sıkıcı, dar gelmeye başlar insana.Bir kafede sıradan bir muhabbet, bir topluluk içinde kahkahalarla dolu vakit geçirmek, televizyonda seyredilen tartışmasının bayağılığı, bir komedi programı seyretmekten haz almamak, kişilerle sürekli aynı ortamda aynı konuşmalara maruz kalmak seni artık gülümsetmez, sıkmaya başlar.Çünkü, artık sen orada değilsindir. Cismin orada ama zihnin ve ruhun başka alemdedir artık.
İnsan öğrendikçe kalabalıkta yanlızlaşırken aynı zamanda tevazu da kazanmalıdır. Bildikleriniz; size tevazu kazandırmadığında tehlikedir, zehirdir. Oysa hakiki bilginin, öğrenmenin en sessiz kardeşi tevazudur.Tevazusu yoksa insanın biliyorum der ama artık*dinlemiyor* demektir.Gerçek öğrenme, bilmekle değil, dönüşmekle olur.Okudukça insan yüceliyorsa oluyordur yani doğru yoldadır.Ama okudukça insanlardan uzaklaşıyor, hayatı küçümsüyor, herkesi eksik görüyorsa; o bilgi onu aydınlatmıyor,yakıyor demektir.
Tarihsel süreçte hangi dönemde olursa olsun insanlar; düşünen, sorgulayan, öğrenme heveslisi*entellektüellere*hep mesafeli olmuş, onlara farklı gözle bakmış, yeri geldi onları ötelemiş, dışlamıştır.Öğrenen insan, işitmez*görür*; gören insan, susamaz, *konuşur.*Konuşan insan, rahatsız eder.Çünkü insan bazen, kendi huzuru ve mutluluğunu muhafaza için hakikati gerçekleri susturmayı tercih eder. Değersizleştirir, ötekikeştirir, yanlızlığa iter. İşte bu nedenle her dönemin aydın insanı, bazen bulunduğu topluma *fazla*gelir. İnsanlık kendi uykusunu bölenleri sevmez. Entellektüel insanları ya anlamakta zorlanır ya da kendi konforlarını bozdukları için istenmezler.Yani aydını ya anlamazlar ya da anlamak istemezler.
Bazı aydınlar her çağda aynı tarihi gerçeği yaşamadı mı?Her dönemin aydını, yaşadığı dönemde anlaşılmamanın, görülmemiş olmanın yalnızlığını hatta bedelini yaşamadı mı?Mesela; Antik Yunan’da*Sokrates*ölüme giderken, Bağdat’ta*Hallac-ı Mansur* darağacına yürürken,Ebu Hanefi*zindana hapsolurken,*Galileo*gökyüzüne bakarken*Takiyiddün*güneşe gözünü dikerken,*Hazerfen*Galata'da kanat çırparken,*Kafka'nın labirentlerinde dolaşan karakterler,*Dostoyevski'*nin derin yalnızlık ve ahlaki sorgulamaları,*Virginia Woolf'*un bilinç akışındaki içsel monologları…Hepsi aynı sesi duymuştu:*Sen çok biliyor ve susmuyorsun.*Örnekler tarihi gerçeklerin farklı dillerde, kültürlerde, zamanlarda söylenmiş hali değil midir?
Okuyan ve bilen toplumsal rutini bozar, istenmeyeni söyler, birilerinin konforunu bozduğu için hep dışarıda bırakılır. Yokmuş muamelesi görür.Ama o dışarı itilmişlik, insan için bir ceza değil; bir tür*aydınlanma, kendini bulma, ve sonunda kendini aşmaktır.*
Belki de insanın anlaşılmamak gibi bir kaderi de vardır.Neden mi?Derinliği herkes göremez.Görmek; birikim, donanım ister.Bir denizin yüzeyini ve üstündekileri görmek kolaydır, ama dipler sessizdir ve keşfedilmeyi bekler.İşte entelektüel insan, o dipte nefes almayı öğrenendir.Diplerde gürültü yoktur, anlam vardır.Neticede;* yanlızlık bir kayboluş değil, gerçek hayata dönüştür.*
Yanlızlaşan, kalabalıktan çekilip kendi içine dönen insan, aslında evine dönmüştür.Belki de insanın, insanlıktan soyunup kendine ulaşma biçimidir.Yalnızlık, bilginin cezası değil, bilincin mükafatıdır..Ve belki de en son cümle şudur:Entelektüel kalabalıktan eksilmez; sadece hakikate yaklaşır.Ama hakikat, her zaman sessizlikle konuşur.
İnsan kimi zaman bir mum ışığı başında, kimi zaman kütüphanelerin sessiz raflarında; tarih boyunca kendi zihninin derinliklerine yürümüştür.Lakin bu yolculuk, her zaman huzur getirmez.Aksine, okumanın bedeli çoğu zaman yalnızlıktır.Okuyan insan, sıradan sohbetlerde huzur bulamaz; kalabalığın içinde yalnızlığın farkına varır. Toplumsal ritüeller, onun için artık yüzeysel ve sunidir.
Neticede; okumak, zihni açar; ama ruhu kalabalıktan ayırır.Tarih boyunca yalnız kalan entelektüellerin ortak paydası, anlamın peşinde yürümek ve kalabalığa uymamak olmuştur.Ancak bu yalnızlık bir ceza değildir; bir öğretidir, kazançtır, ödüldür.İnsan kendi sesini duymayı öğrenir.Kalabalığın dayattığı yanılgılardan kurtulur, hakikatin yankısını duyar.Yalnızlık, insanın düşünsel olgunluğunun bir göstergesidir.Ve belki de en çarpıcı çıkarım şudur:Okuyan insan, kalabalıkla bütünleşemeyebilir: lakin her dakika biraz daha hakikate yaklaşır.Yalnızlık entelektüellerin özgürlüğüdür.*Unutulmamalı ki; hakikat, yalnız yürüyenlerindir.Velhasıl yalnızlık, insanı insan kılan derinliğin anahtarıdır.*O sayede bilgelik okulunda insanın kendisiyle barışması, hakikate ulaşmasıdır.
Mehmet Şal