Eskiden sokakların kendine has ruhları, sesleri ve hissiyatı vardı. Bunlar yalnızca binalarla değil içindeki tatlı gürültüleriyle, kendine has kokusu, ustaların oluşurdu. Ardı kesilmeyen çekiç sesinin yükseldiği o bakırcı dükkanları, demirci körüğünden çıkan bunaltıcı sıcaklık.. Günümüzde ne yazık ki neredeyse hepsi susma aşamasına geldi. Sebebi ise bu değerlerin sahibi ustalar (benim için zanaatkarlar) birçok sebepten dolayı mesleği bırakma noktasına geldi veya birçoğu bıraktı. Bunun temel sebebinin başında ise makinalar ve seri üretim gelmektedir. Maalesef günümüzde bir tencerenin nasıl kalaylandığını heyecanla izleyen çocuklar da yok..
Günümüzde emek isteyen ve bir o kadar da değerli olan zanaatlara sahip çıkan gençler ise neredeyse 2 elin parmağı kadar yok denecek kadar az. Sebebi ise başlıca olarak gençlerin bu meslek gruplarından kolay kolay para kazanamayacağı ve bir o kadar meşakkatli ve sabır istemesidir. Ama sizler de bilirsiniz ki bazen usta olmak için bir ömür bile yetmeyebiliyor. Bu tarz meslek grupları kazandıkları parayla değil aksine taşınılan o kıymetli kültür ile ölçülür. Bir zıpkanın dikilişi veya bir telkârinin oyması yalnızca el emeği değil, bir halkın geçmişi ve kültürüdür.
Bence bizlerin şunu sorması gerekiyor. Söz konusu zanaat gerektiren bu meslekler tamamen bittiğinde neleri ne kadar kaybedeceğiz? Bizler için sadece iş kolu mu, yoksa bizi biz yapan bir kültürel değerden tamamen kopacak mıyız? Yapmamız gereken şey zor olmamalı. Zararın neresinden dönersek kar misali. Kaybedeceğimiz şeyleri şimdiden düşünerek hızlıca karar almak. Kalaycıya bir tencere götürmek veya son semercinin yanına uğrayıp ona bir selam vermek bile bir başlangıç. Çünkü bazı değerler ancak hatırlanırsa sürdürülebilirliğini koruyabilir.