Tarih sahnesine adım attığında, Karadeniz’in kuzeyinde yeşeren bir umut gibiydi Kırım. Altın Orda'nın mirasını taşıyan, hanlarının at koşturduğu, ezan sesinin bozkırla bütünleştiği bir yurttu orası. Kırım Tatarları için yalnızca bir toprak değil, bir kimlikti, bir tarihti. Fakat ne yazık ki bu topraklar nice fırtınalar gördü, nice acılarla yoğruldu. Ve bazı yaralar, zamanla kabuk bağlamaz. Kırım da işte öyle bir yara oldu insanlık için.
1736 yılında Rus ordusu, Kırım’a ilk kanlı adımını attı. Çar’ın emriyle yanan köyler, süngülenen çocuklar, yağmalanan camiler geride sadece küller bıraktı. Ama halk direndi. Her zorlukta, her istila girişiminde bir parça daha kaybetti belki; canını, evini, umudunu… Ama kimliğini kaybetmedi. Ta ki 1783 yılına kadar. II. Katerina'nın emriyle, Osmanlı'nın zayıflığından istifade eden Rusya, Kırım'ı ilhak etti. O gün, bir halkın sürgünle başlayan öyküsü sonsuz bir geceye dönüştü.
1830’lardan itibaren binlerce Tatar, anayurdundan koparıldı. Dalgalar hâlinde Anadolu’ya, Balkanlar’a sürüldüler. Her gelen gemide gözyaşı vardı. Her ayrılıkta bir ağıt. Kırım boşaltıldı, Türksüzleştirildi.
Ama asıl felaket, 18 Mayıs 1944 sabahı geldi. Stalin'in kararıyla, bir gecede yüzbinlerce Kırım Tatarı “hain” ilan edildi. NKVD askerleri kapıları kırdı, bebekleri analarının kucağından aldı, yaşlıları merdivenlerden sürükledi. Hayvan vagonlarına tıkıldılar; havasız, susuz, aç. Yolculuk günler sürdü. Çoğu Orta Asya çöllerine varamadan can verdi. Vardıklarında ise onları ne bir ev, ne bir merhamet bekliyordu. Yüzde kırkı ilk yılın sonunda ölmüştü. Geriye kalanlar içinse hayat, yalnızca bir hayatta kalma savaşıydı artık.
Kırım'da kalan izler de silinmeye çalışıldı. Camiler kapatıldı, mezarlıklar yerle bir edildi. Dil susturuldu, tarih unutturuldu. Sanki bir halk hiç var olmamış gibi... Ama unutan olmadı. Sürgündeki anneler, beşiklerde ninni değil, ağıt söyledi çocuklarına. Dedeler, eski Kırım’ı anlatırken gözlerini kaçırdı, sesleri titredi.
Yıllar sonra dönebildiler. Ama yurt artık aynı yurt değildi. Ve 2014’te tarih, bir kez daha kanla yazıldı. Kırım yine işgal edildi. Bu kez modern çağın soğuk ekranlarında izledik olup biteni. Ama gözyaşı aynıydı. Acı, yine dinmemişti. Şimdilerde silahlar değil, sessizleştirme politikaları konuşuyor.
Kırım, sadece bir kara parçası değil. Kırım, vatanı elinden alınan bir halkın kalbindeki özlemdir. Ana dili susturulan bir çocuğun gözlerindeki sorudur. Bir ninenin gözyaşı, bir çocuğun sessiz çığlığıdır. Camisiz kalan bir köyde yankılanan ezandır. Bayraksız kalan bir hanenin tütmeyen bacasıdır. Ve aynı zamanda bir halkın belleği, kimliği ve travmalarla örülü tarihidir. Her 18 MAYIS ’ta yeniden kanayan bir yaradır. Kültürel asimilasyon, sistematik baskılar ve jeopolitik çıkar savaşları arasında sıkışan bir halkın trajedisidir. Unutulmuyor...
Ve o ağıt, duyabilen kulaklar için hala çınlamaktadır.