Son zamanlarda fark ediyor musunuz? Kimse kimseyi gerçekten dinlemiyor.
Bir sohbetin içindeyiz ama herkesin aklı, kendi söyleyeceği cümlenin hazırlığında. Karşımızdaki insan, belki de günün en ağır derdini anlatsa bile, biz cevap vereceğimiz yeri kaçırmamak için bekliyoruz. O’dur, bu’dur konuşuyoruz ama aslında kimse konuşmuyor… Herkes sadece sırasını bekliyor.
Eskiden insanlar bir araya geldiğinde göz göze konuşurdu. Şimdi gözümüz telefonda, kulağımız yarım açık, zihnimiz ise bambaşka yerde. Sohbet denilen şey; karşıyı anlamak için değil, kendini anlatmak için yapılan bir yarışa döndü.
En kötüsü ne biliyor musunuz?
Dinlenmediğini hisseden insan bir süre sonra anlatmamayı öğreniyor. İçine kapanıyor, duygularını saklıyor, sesini duyuramayınca zamanla kendine bile yabancılaşıyor. Çünkü bir insanı en çok inciten şey, sözünün önemsenmemesidir.
Oysa dinlemek, konuşmaktan daha kıymetlidir.
Dinlemek; yargılamadan, kesmeden, telefona bakmadan, aklında başka planlar kurmadan karşındakinin dünyasına girebilmektir. Bazen “haklısın” demek değil, sadece “seni duyuyorum” demek bile yeter.
Belki de bu yüzden bu kadar kırgınız birbirimize…
Çünkü kimse bizi duymuyor.
Bugün küçük bir deney yapın:
Birini gerçekten dinleyin.
Gözlerine bakın, sözünü kesmeyin, hemen cevap hazırlamayın. Belki karşınızdaki insanın o an en çok ihtiyaç duyduğu şey, cevabınız değil; sadece duyulmak.
Bazen dünyayı değiştiren şey büyük cümleler değil, küçük bir sessizliktir.
Ve o sessizliğin içinde saklı olan gerçek bir dinleme…