Türk futbolunun ve Türkiye’deki kulüplerin Avrupa ve Şampiyonlar Ligi hedefleri, çoğu zaman gösterişli transferler ve kısa vadeli heyecanlar üzerine kuruludur.
Ancak uzun vadeli bir strateji, elit altyapı ve taktiksel devamlılık olmadan bu hayaller, Avrupa’nın baskısı altında sürekli çöker hale gelir.
Her yaz, Türkiye Süper Ligi bir transfer çılgınlığına dönüşür. Avrupa’da misyonunu tamamlayan yıldızlara, sakatlık geçmişi olan oyunculara devasa ödemeler yapılır. Manşetler hırs çığlıkları atar, taraftarlar zafer hayali kurar. Ancak sonbahar geldiğinde, Şampiyonlar Ligi tabelasında bambaşka bir hikâye yazılıdır.
Kulüpler, büyük ve yanlış harcamalar yaparak taktiksel bütünlüğe sahip dengeli kadrolar kurmak yerine, sosyal medyayı ateşleyen isimlerin peşinden koşar.
Sonuç mu?
Kâğıt üzerinde iyi görünen ancak disiplinli Avrupa takımları karşısında dağılmaya mahkûm bir yapı ortaya çıkar. Burada şu soru öne çıkar: Strateji mi, gösteriş mi?
Taktiksel kimlik, kısa vadeli sonuçlar uğruna feda edilir. Türk futbolu tutku, gurur ve baskıyla beslenir. Taraftarlar anında başarı ister, yönetimler de tepkisel harcamalarla karşılık verir.
Oysa Avrupa’da sabır ve planlama kupaları kazandırır; panik alımları ve manşetlik basın toplantıları değil.
Modern futbolda başarılı olan kulüpler, dengeli, uyumlu ve amaca hizmet eden kadrolar kurar. En iyi transferler, en gösterişli olanlar değil; sisteme uyum sağlayan ve etrafındakileri yükselten oyunculardır.
Sonuç olarak, kulüpler sembollere değil, sistemlere yatırım yapmayı öğrenene kadar, Şampiyonlar Ligi mücadeleleri Türk futbolu için ibret verici hikâyeler olmaya devam edecektir.