Mehmet Şal

Mehmet Şal

Cehaletin pençesi

İnsanoğlu eğitimin, ilim-irfanın, teknolojinin, bilginin,  gerçek dini ve ahlâki öğretilerin uzağına düşünce kendini cehaletin kucağında buluyor.Çağlar değişse bile bu sosyal yapı değişmedikçe   gelenekler dini öğretiymiş gibi toplum tarafından kabul görür ve gelecek nesillere aktarılır. Atalar kültü denilen bu anlayış toplumu örümcek ağı gibi örer, cehaletin pençesinde ezdikçe ezer.

Ne zaman ahlak ve dini değerleri kaynağından öğrenir yaşama egemen kılarsak, bilimin fennin ışığında ilerlersek; çürük ,sakat, hiçbir değeri olmayan düşünce ve yaşamdan sıyrılmış oluruz.

Anadolu insanı, günümüze kadar eski Türk kültür değerleri ve İslami dönem yaşantısını kaynaştırarak harmanlanmış bir kültüre adım atmıştır. Ancak zaman içinde eski Şaman kültürünün öne çıkan gelenekleri, dini değerleri kaynağından değil kendi  belirlediğimiz düzenden ve oluşturulan tabulardan öğrenmeye, yaşamaya kalkınca  karşımıza bambaşka kültür  ahengi çıkmıştır. Her gün hayatımızın, her anında istesekte istemesekte bu kültür ile karşı karşıya kalıyoruz.

Toplumun genelinde yörelere göre farklılık gösteren yozlaşmış   gelenekleri ve bu geleneklere bağlı yaşantılar görülmektedir.  Bu yozlaşan ve tabu haline gelen kültürünün önemli bir katmanına hakim olan gelenek ve görenekler yöremizin her köşesinde benzer şekliyle yaşanıyor.Şahsen ben çevremde özellikle köylerde bozulmuş, cehaletin gölgesinde kalmış çok örneklerini yaşadım, gördüm, görmeye de devam ediyorum.

Siz değerli okuyucularımın bir çoğu, aşağıda anlatacağım gelenekleri okudukça eminim ki; bir çoğunuz hem bu gelenekleri hatırlayacak hem hafif gülümseyecek hem cehaletimize kızacak hem de  kültür zaafiyetimizin ne hallerden, yollardan geçtiğine üzüleceksinizdir.. Öz Türk kültürünün nasıl yozlaştırıldığını hafızada yeniden canlandıracaksınız. Belki de bir çoğunuz ben de gördüm, yaşadım diyecektir.Kendi köyümde ve çevremde yaşadıklarım ve gördüklerimden,  unutulmuş bir demet  cahiliye gelenekleri...

* Küçük çocuklar erken yürüsünler diye veya emekleden yürümeye geç kalınca, çocuğun annesi veya evin bir kadını cuma günü çocuğu camiye götürür. Elinde bir ip çocuğun ayaklarını bağlar, bir elinde makas... Yüzünü bir örtüyle  kapatan kadın çekingen bir halle makası cuma namazından çıkan ilk kişiye makası verir ve adam çocuğun ayaklarına bağlı ipi keser.İnanılan odur ki; çocuk kısa zamanda yürüyecektir.

* Evli çiftlerden gelin  asla kocasına ismiyle hitap edemezdi. Hele ki evin büyüklerinin yanında mümkün değil. İlerleyen yıllarda genelde kadın kocasına "ula" diye seslenirdi. Evin büyüklerinin yanında evliliğin ilk zamanlarında birbiriyle konuşmazdı. Yoksa ayıplanırdı.

* Yeni bir ev yapıldığında ev sahibi köyün, mahallenin imamını veya Kur'an okuyan birini çağırır. Bu kişi Kur'an'dan ayetler, sureler okuyup evin etrafında dolanır evi okuyup üfler, avucuna toprak alır,  onu okur ve evin etrafına saçar. Bu sayede eve cinler vb. şeyler musallat olmaz diye inanılırdı.Buna evi bağlama denirdi.

* Evde ıslık çalınırsa evden biri ıslık çalanı ikaz ederdi. Çünkü ıslık çalarsa evde şeytan olurmuş, şeytanı çağırırmışsın. İkaz edenler genelde evin büyüğü olurdu.

*Kadınlar cuma günü çamaşır yıkamazdı.Neymiş: Çürüklük olurmuş.

*Evin girişine kesilmiş bir koçun başı kurutulup asılırdı. Boynuzlarına mavi boncuların asıldığı koç başının evi koruduğuna, evi nazardan koruduğuna inanılırdı.

*Boğaya getirilen inek hamile kalamazsa, inek cuma günü  evin kadını tarafından camiye getirilirdi. Cuma namazından çıkan erkekler ineği yere yatırırlardı. İneğin ayaklarını bağlayıp ayaklarının arasından kırılmayacak bir sırık geçirilirdi. Sırığın iki tarafına geçen erkekler sırıkla ineği yerden keser ve üç tur ineği döndürürlerdi. Her dönme sonunda ineğin sırtını yere vururlardı. Üç turdan sonra ineğin ayak bağlarını çözüp, sahibine verip eve gönderirlerdi. İnanca göre, inek hamile( yüklü) kalacaktır.

*Bir evde cenaze olmuşsa üç akşam ölenin odasının ışığı sabaha kadar yanardı. Çünkü; ölenin ruhu evine geri dönüyor evini terketmiyor diye inananlar vardı.Ölen kişinin ruhu aydınlansın ki; mezarında da rahat ersin, diye inanılırdı. Geçenlerde bir cenaze sonrası bizatihi şahit oldum.

*Kendi çocuğunuzu babanızın yanında alıp sevemezdiniz. Babanız sizi ayıplardı."Ben babamın yanında çocuğumu alıp sevdim mi de sen benim yanımda çocuğunu kucağına alıp seviyorsun, ben babamdan böyle gördüm" derdiler.

*Genç bir kişi ayaktayken veya otururken göğsünde kollarını birleştirirse kişinin kısmetinin bağlanacağına  inanırlardı. Hatta yanında yaşı ilerlemiş biri varsa o kişiyi, kollarını göğüs kısmında bağlamaması için ikaz ederdi. Hatta bu hareketin günah olduğunu düşünen oluyordu.

*Yemin etmek durumunda kalan kişi ettiği yeminin bozulması için yemin sırasında bir ayağını yukarı kaldırır. Yeminin geçersiz olduğuna inanır.

*Kişinin yüzünde egzamaya benzer veya beyazlık olursa, tedavisi için belirli kişiler vardır ki, onlara gidilir. Bu kişi yumurtayı  okuyup, yumurtaya ve kişiye üfler ve işlem bittikten sonra yumurta bir yere gömülür. Böylece ciltteki rahatsızlığın iyileşeceği düşünülürdü.

* Eskilerin bir çoğu kapıda karga sıklıkla öterse gece kara kedi görürse, baykuş(huhurek) öterse muhakkak kötü bir şey olacağına inanırlardı.

* Yeni doğan çocuklar çelimsiz, zayıf, yürümekte zorluk yaşayan,  yaşayıp yaşamama riski varsa akşam açık havada Ay varsa, anne çocuğu dışarı açık havaya çıkarıp Ay'a doğru havaya kaldırıp " Ay ya al, ya doldur" diyip sonucu görmeye çalışırdı.

* Kuraklığın çok olduğu zamanlarda Molla kabul edilen birinin öncülüğünde köyün halkı çoluk çocuk  toplanıp kuru at kafası, kemikler, 71 Bin taş vb. şeyler  alıp köyün yüksek yerine çıkarlardı. Veya bir gölün olduğu yere giderlerdi. Safiyana birisi gölün içine atlar. Toplananlar gölün içine su akıtır, okunan taşlar göle atılır. At kafası, kemikler okunup göle atılır.Sonra söğüt dalları üzerine yazı yazılır, dua eşliğinde suya bırakılırdı. Toplu dua edilir, ellerin ayası aşağı bakacak şekilde...  Bu ritüeller sonrasında   yağmurun yağacağı inancı vardı.

* 1980'li yılların başında köyümde Ay'a çıkan insanlardan bahsedilirdi. Köyün mollarından kabul edilen kişiler " öyle birşey olamaz Ay'a gidilemez, böyle söyleyen günah işler"derler, köyün halkı da büyük çoğunlukla  bu söylemlere inanırdı.

*Sinir hastalığı yaşayan  kişiye, cinlerin bulaştığı düşünülürdü. Derman arayan hasta sahipleri sağlık hizmetleri  o dönemlerde kısıtlı olduğu için cinci hoca diye tanınan sahtekarlara giderek deva şifa ararlardı.Şarlatanların okuyup üflemesi ve yapılan Muska ile hastanın  iyileşeceği inancı vardı. Malesef, şu an bile aynı anlayış varlığını devam ettiriyor.Tabiki şarlatanların maddi menfaatleri, kazançları da ayrı mesele..

*Çocuğu olmayan kadın için, ormanda yaban dikenin iki ucu torakta olanı bulunur. Altından geçen kadının çocuğu olacağına inanırlardı.Adına da yöresel olarak "Derman" yapmak denirdi.

*Boğmaca hastası olan çocuklar,  ceviz ağacının kökleri boşalmış olanı bulunur ve boşalmış kökünün altından üç gün üç sabah üç kez geçirilirdi. Hastanın iyileşeceğine inanırlardı.
                  
*Cinlerin bulaştığı düşünülen bir kadın bir kayığa bindilirip yedi dere ağzı gezdirilir. Her dere ağzına gelindiğinde kayıktaki bir kişi maşrapaya doldurduğu deniz suyunu kadının üzerine döker, kayıkla dere ağzında üç defa  döner. Ayrıca her dere ağzında bir kovaya deniz suyu doldurulur. Dolu kova son dere ağzına gelindiğinde kova dolusu su, kadının üzerine dökülür. Kadının haberi olmadan, kadın  aniden denize atılır. Aniden denize atılması ile yaşadığı korku sonucu cinlerden kurtulacağı düşünülürdü.

*Ay tutulması yaşandığında  insanlar bunun  günahlar nedeniyle olduğunu düşünürlerdi. Dualar edilirdi. Tutulma bitiminde havaya mermi sıkılırdı.

Toplumun kültür hafızasında yaşanmış bu cehalet gelenekleri aslında dinsel inanç değerleri yerine, kişilerin kendi düşüncelerini dinsel görüş haline getirmesi, bilimsel değerlerden uzaklaşılması, bilim ve din bütünleşmesinin ayrılığa dönüştürülmesi toplumu karanlığa, ortaçağ zihniyetine götürmektedir. Avrupa'nın küçümsediğimiz, güldüğümüz, burun kıvırdığımız ortaçağ yaşamına doğru kendi toplumumuzun itildiğini görüyoruz. Toplumun her bir ferdi; ne zaman dini kaynağından öğrenip yaşarsa,  önünü açan yolun ilim irfan olduğunu  görürse, öz kültür kaynaklarına kadınıyla erkeğiyle sahip çıkarsa cehaletin ve onun kaynaklarından elini ayağını kurtaracaktır.

Velhasıl İslam ve bilim mi bizim dünyamızda olacak yoksa, biz mi İslam'ın ve bilmin dünyasında olacağız? Bu sorunun yanıtını verebilirsek o zaman toplumsal kurtuluşa ereceğiz

YAZIYA YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR