Mehmet Şal

Mehmet Şal

Kadın

Yaradılışı ile dünyaya çiçek açan kadın...

Büyüdükçe yuvasına neşe, sevgi katan kadın...

Kuş misali yuvasına, ocağına kol kanat geren kadın...

Kalbine dünyaları sığdırabilen kadın...

Kucağını cihana beşik eden kadın...

Onun gözüyle dünyayı gördüğümüz kadın...

Ağlayınca cihanı sele boğan, bir gülüşü ile geceyi gündüz eyleyen kadın...

Ruhu ve bedeni ile; zerafet, letâfet, nekazet ile hayat bulan kadın...

Her dokunduğu yerde bolluk, bereket fışkıran Kibele misali kadın...

Elinin değdiği yere güzellik saçan kadın...

Evlatların yolunu ışığıyla aydınlatan, geleceğini ilmik ilmik işleyen, ilk öğretmeni olan kadın...

Bir avuç yürekte sevgiyi, acıyı, merhameti, şefkati, korkuyu cesareti yoğuran mucize varlık kadın...

Allah'ın yarattığı en yüce varlıklarından, cennetin kapısını açma onur, gururuna ve şerefine ulaşan kadın...

Kadın, insanlığın ilk gününden bugüne dünyayı yaşanabilir kılan beşeriyetin en yüce varlığıdır. Yüzyıllar boyunca kadın, bu yüceliğine rağmen dönem dönem gereken ilgiyi, alakayı yeterince görememiştir. Ezilen, köleleştirilen, sömürülen, şiddede maruz kalan, dışlanan, itibarsızlastırılan bir varlık olarak toplum içerisinde kendine biçilmiş rolü oynamak zorunda kaldı kadın.

Erkek egemenliğinde, her yönüyle ikinci plana itilen bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Sosyalitesi, ekonomik gücü, eğitim ve kültür değerlerine darbe vurulmuş, kafasını ayağa kaldıramayan, erkek tahakkümü altında hayatı kendine zehir edilen insan olarak yaşamını sürdürmüş kadın.

Kadını; gereksiz, anlamsız gören erkekçi egemen anlayış kendi statüsünü devam ettirmek için ağırlıklı gerekçe olarak dini, gelenek ve görenekleri, ahlâk kavramını kendine uyarlayarak kendine göre bir kadın profili çizmiş. İnsanların kendi zihniyetinde oluşturdukları bu algılarını ve zihniyeti topluma egemen kılmışlardır. Bu algılar zamanla dini ve ahlaki kurallarmış gibi topluma kabullendirilmiş, böylece erkeğin hakim karakteri toplumsal normlar haline geldi. Bu anlayışı kırmaya çalışanlar ise mahalle ve toplum baskısı ile dışlanmış, etkisizleştirilmis, itibarsızlastırılmış,var olan zihniyet eylem ve statükoyu devam ettirmişlerdir. Çağlar boyu bu anlayış, zihniyet, statüko varlığını devam ettirmiştir. Türklerin dışında çoğu coğrafyada bilinen kadim uygarlıklarda kadın, bu talihsizliği derinden yaşamıştır.

Türk milletinin geçmişine baktığımızda kadın toplumun en önemli parçası, öznesi durumundaydı.Kadın ve erkek ailenin, toplumun eş değer kıymetiydi. Kadının toplumsal yaşamda sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi her yönüyle etkin bir statüsü bulunuyordu. Aile hayatının ve sosyal hayatın güçlenmesinde kadının en az erkek kadar hakim gücü bunuyordu. Türk kadını, siyasette liderlerin ayrılmaz parçası olup toplum ve devletin geleceğine damga vuruyorlardı. Sosyal hayat içerisinde kadın en az erkekler kadar aktif rol alıyordu.Ekonomik yaşamın ayrılmaz parçası idiler.Eğitimden sağlığa her alanda sorumluluk ve güç sahibiydiler. Öyle ki; kadınlar küçük yaştan itibaren askerlik yeteneği geliştirilen, gerektiğinde cephe gerisinde gerektiğinde cephede birlikte mücadele edebilen bir özne haline gelmişti. En yakında Kurtuluş Savaşı'nda kadınların ortaya koyduğu mücadele bunun en güzel örneklerindendir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunda erkekler kadar kadın kahramanların mücadelesi aşikardır, takdire şayandır.

Ne yazık ki; zaman içerinde Türk kadını var olan bu statü yerine eve hapsedilen bir kimliğe büründü. Erkek sultası kadını etkisiz hale getirip rahatlıkla hükmettiği varlık haline gelmek için ataerkilliği baskın hale getirdi. Kadın evinde çocuklarının her türlü hizmetini yapan, kocasının dizinin dibinde oturan, erkeğin yanında söz söyleyemeyen, çamaşır yıkayan, yemek yapan evinin temizliğini yapan, evde büyükler varsa onların hizmetini yapan, erkeğin bir adım gerisinden gelen, saçı uzun aklı kısa diye atfedilen bir yaşam şekli biçilen kimliğe büründürüldü. Her yönüyle cahil bırakılıp erkeğin eline mahküm bırakılan bir kadın profili oluşturuldu.

Bu çembere kapatılan kadın, çilekeş hayatında son yıllarda bir de şiddet, taviz, tecavüz gibi insanlık ve vicdan dışı eylemlerin altında eziliyor, işkence ile karşı karşıya kalıyor. Geçmişten gelen güzel hasletler, gelenek ve görenekler, dini ve ahlâkî, insani değerlerden nasibini almamış, sevgi ve saygı hususuyetini kavramayanlar, kadına hayatı zindan etmiş ve etmeye devam ediyor.

Kadına şiddet, taciz, insan yerine koymamak bir zihniyet meselesidir. Öncelikle kadınlar kendi içinde birlik olarak, birbirine sahip çıkarak, birbirinin haklarını koruyarak irade birliği kurmalıdır. Her bir kadın önce kendini sonrasında erkek, kız demeden kendi çocuğunu, kardeşini eğitmelidir. Sevgiyi, şefkati, merhameti, insan olmayı öğretmeli.

Kadının kıymetini, değerini toplumun genelinin benimsemesi için cehaletin yok edilmesi gerekir. Onun için eğitim sürecinde toplumun tüm katmanları kadının ne anlam taşıdığını yetişen her bireye hassasiyetle öğretmeliyiz. Ahlâkî ve dini konularda kadının yeri gerçekçi olarak ortaya konmalıdır. Kendisine göre din algısı oluşturup rol biçenlerin elinden kadın kurtarılmalı, dine ve ahlâk değerlerine göre kadının değeri önemi ortaya konup topluma öğretilmelidir. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığı üzerine düşen görevleri harfiyen yerine getirmelidir.
Hükümetler kadına şiddet, kadın cinayetleri, kadına taciz, kadına karşı insanlık dışı işlenen her türlü suçlara karşı etkin, gerçekçi yasal düzenlemeler yapmalı, yasaların uygulanması konusunda etkin takipçi olmalıdır. Türk Medeni Kanunu'nun gerekleri yerine getirilmeli ve yasal açıklar varsa bir an önce açıklar kapatılıp kadınlarımız hakettiği değeri almalıdır. Özellikle kadına şiddetle ve taciz konusunda caydırıcı ağır cezalar verilmelidir. Siyasetin bütün paydaşları bu noktada birlikte mücadele vermelidir. Ayrıca kadınlar kendi aralarında ayrım yapmadan, şucu bucu demeden birlik olmalı; hak, hukuklarını öğrenmeli, aramalı ve sahip çıkmalı, kadın olmanın değerini, hassasiyetini, hususuyetini, gücünü önce kendileri özümsemeli, anlamalı, kavramalı ve içsellestirmeli; aile, toplum, millet devlet ve gelecek için biz buradayız, biz de varız demelidir. Kadınlar kendi güçlerinin farkına varmalıdır.

Eğitimli, bilgili, görgülü her açıdan yetişmiş kadınların varlığı; aile, toplum ve devlet hayatının gelişimine katkı sağlayacaktır. Ayrışmadan, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, aşağılamadan, geri plana atmadan, ezmeden, ezdirmeden, sevgiyle, saygıyla, şiddet ve vahşetten uzak kalarak kadını toplumda hak ettiği yere getirmek hepimizin görevidir. Güçlü aile yapısı için, toplum ve devlet hayatının gelişimi için eğitimli, ahlâklı, yetenekli, her alanda etkin ve yetkin kadınlara ihtiyaç mecburidir.

Neticede bağnaz, yobaz, köhnemiş töreden, kişinin kendi yarattığı bencil geleneklerden, kişiye göre oluşturulan batıl inançtan, şiddet, vahşet, taciz vb. anlayış, görüş ve algılardan toplumu kurtarmak, kadına sahip çıkmak, elmanın iki yarısından biri olduğunu, sevgi, saygı, nezaket, göstermek gerektiğini görmek, anlamak, yaşamak, yaşatmak gerektir. Unutmayalım ki kadın; annemiz, eşimiz, kızımız, kız kardeşimizdir.Gelecek nesiller ve güzel yarınlar için Allah'ın yarattığı bu mucizevi varlığın hak ettiği yeri alması dileğiyle...

Umutla, sevgiyle mutlu yarınlara kanat çırpmak için; özde, sözde ve eylemde KADINA ŞİDDET, TACİZ, VE VAHŞETE HAYIR ! diyebilelim.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle öncelikle eli öpülesi, gönlünde her varlıktan fazla sevgi, şefkat, merhamet rüzgarları estiren anamın ve tüm anaların; ailemin ve ailelerimizin dirlik,birlik,sevgi kucağı eşimin ve tüm eşlerin; evimin gülü kızımın ve her evin gülleri kızlarımızın, tüm kadınların gününü en kalbi duygularımla kutlarım.

Huzurlu, mutlu, sağlıklı bir aile ve toplum için... İyi ki varsınız.

YAZIYA YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR