Mazeretsiz oruç tutmamanın hükmü nedir?

Haber61 Ramazan özel - Mazeretsiz oruç tutmamanın hükmü nedir?

Mazeretsiz oruç tutmamanın hükmü nedir?
Oruç tutma, herkesin bildiği gibi dinin 5 temel esasından biridir. Birbirini tamamlayan bu 5 esastan bir tanesinin eksikliği, söz konusu esasların ana unsur olduğu Müslümanlık temelini zayıf kılacaktır. Böylesi zayıf bir temel üzerine kurulacak binanın sağlamlığı da her zaman tartışmaya açıktır. Sağdan-soldan gelecek sadmelerde, esecek rüzgârlarda, küçük ölçekli depremlerde bu binanın ayakta kalmayacağını/kalamayacağını söylemek kehanet olmasa gerek. Nitekim bugün Rabb'in İlahi meşieti gereği imtihan amacıyla başa gelen bazı musibetlerde, bazılarının Rabb'e karşı isyankâr bir tutum sergilemesinin altında işte bu temelin zayıflığı yatmaktadır. Halbuki bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi kul olarak bize düşen, kulluğun gereğini sergilemektir. Madem Rabb'imizin bizim gün boyunca aç ve susuz kalmamıza ihtiyacı yoktur. Madem O, kullarına zulmetmekten münezzeh ve müberradır. Ama buna rağmen 'oruç tutun' emrini verdiyse mutlaka o, kullarının dünyevî ve uhrevî maslahatınadır, yararınadır. Kaldı ki hiçbir yararı olmasa dahi kulluğun gereği, o emri nedensiz, niçinsiz yerine getirmek olmalıdır.

Dinimiz oruç tutmakla sıkıntı ve meşakkat içine giren kişilere yönelik oruç tutmama ruhsatını vermiştir. "... Hasta veya seyahatte olan, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez" (2/185 ) ayeti, fukahanın sıkıntı ve meşakkat illetini çıkardıkları delildir. Yalnız sıkıntı ve meşakkatlerin tespitinde ferdî ve sübjektif yorumlar dinde laubaliliklere kapı açabilir. Onun için bu kapıyı kapatmak veya rasih yorumların yapılabilmesi için spesifik örnekler de sunmuştur fukaha. Yolculuk, hastalık, hamilelik, süt emzirme, yaşlılık ve en genel anlamda güç yetirememe gibi mazeretler bu çerçevede örnek olarak sıralanır. Fakat son tahlilde bunlar da sübjektif yorumlara konu olacak şeylerdir. İbadetlerde esas olan iradedir. İradenin elden alınması cebir ve zorlama demektir ki böyle bir şeyi hele ibadetlerde İslam'ın kabullenmesi imkânsızdır.

Bütün bunlara rağmen bir Müslüman keyfî olarak Ramazan orucunu tutmaz ise ne yapacaktır? Kaza mı kefaret mi? Hanefi ulemasının yaklaşımı şudur: Kefaret, (halk arasında '61 orucu ' olarak bilinir) oruca niyetlenip mazeretsiz yere bozmanın cezasıdır. Baştan oruca hiç niyet edilmezse kefaret değil, bir gün kaza tutulur. Hukuk mantığı ve oruçla alakalı sair hükümlerle birlikte bakıldığında tutarlı bir usul gerçekten böyle demeyi gerektirir. Ama aynı ulema bunu dedikten sonra ahlakî olarak da şunu ilave ederler: Efendimiz'e isnat edilen bir beyana göre mazeretsiz yere tutulmayan Ramazan orucunun sevabını almak için, içinde Ramazan olmayan bir yıl kaza tutulsa o sevaba yine de nail olunamaz.

Burada hiç de yabana atılmayacak bir başka yaklaşımı ifade etmek isterim. Kefaret, orucu mazeretsiz bozmanın değil, Ramazan ayına ve orucuna gösterilen saygısızlığın dünyevî cezasıdır. Çünkü Ramazan ile oruç, birbirinden zaten ayrılmayan bir ikilidir. O halde niyet etsin veya etmesin Ramazan'da mazeretsiz yere oruç yiyen, bu hürmetsizliği yapmıştır ve kefaret orucu tutması gerekir. Ramazan'da mazeretsiz oruç bozma birkaç defa olsa, bir kefaret orucunun yetmesi bu görüşü desteklemektedir. Çünkü kefaret, oruç bozmaya verilen ceza olsaydı, her bozulan oruç için ayrı kefaret tutmak gerekirdi.

Bu görüşlerden hangisi esas alınırsa alınsın, son tahlilde ittifakla değişmeyen gerçek şudur: Mazeretsiz Ramazan orucunu tutmama büyük bir günahtır. İbadetlerde esas olan ise ihtiyattır. Tahkiki imanı elde eden Müslüman'ın, Ramazan orucunu mazeretsiz yere tutmaması bırakın düşünmeyi hayal dahi edilemez.

Oruç tutmak Müslüman olmanın bir şartıdır. İslamı kabul eden, kendisini Müslüman olarak gören ve "Elhamdülillah Müslümanım" diyen bir insanın Ramazan orucunu tutması, her şeyden önce Allah'a verdiği sözü yerine getirmesidir.

Müslim / Müslüman, "teslim olmak, selamette bulunmak" demektir. Kendisini bütünüyle göklerin ve yerin Sahabine teslim eden bir Müslümanın Ramazan girer girmez bu teslimiyetin bir gereği olarak oruç ibadetine önem verir, kulluğunu yerine getirir. Bunun aksini düşünmek, sağlığı, sıhhati yerinde olduğu halde Ramazan orucunu ihmal etmek, bir kere Ramazan'ın feyzinden, bereketinden, manevi kazancından mahrum kalmaktır. Ama asıl kayıp, tutulmayan orucun yerini hiçbir şeyin dolduramamasıdır. Peygamberimiz (sav) bu durumu şöyle ifade ediyor:

"Kim Ramazan'da özürsüz ve hasta olmaksızın bir gün oruç yerse, bütün sene boyunca oruç tutsa onu yerine getirmiş olmaz." (et-Tergîb Vet' -Terhîb, 2:452)

Hiçbir mazereti olmadığı halde kasten orucunu bozan bir kimse altmış gün keffaret orucu tutarak borcunu ödemiş olsa bile, bozmuş olduğu orucun sevabını bir daha elde edemez. O fazileti bulamaz. Çünkü vaktinde yapılan bir ibadetin sevabına, faziletine kazası yapılmakla ulaşmak mümkün olmaz.

Meselenin bir de âhiret boyutu var. Yani uhrevi cezası söz konusudur. Sevgili Peygamberimiz (sav)'in oruç tutmayanın ahiretteki cezasını şöyle anlatıyor:

"Ben uyuyorken, iki adam geldi, iki koltuğumdan tutarak çıkması zor bir dağa götürdüler ve: "Buraya çık" dediler.

Ben de: "Çıkamam" deyince: "Biz onu sana kolaylaştırırız" dediler. Bunun üzerine dağa çıkmaya başladım. Ortasına gelince âniden kuvvetli sesler duyuldu.

Ben, "Bu sesler nedir?" deyince: "Cehennem halkının feryadıdır" dediler.

"Tekrar gitmeye başladık. Bir de gördük ki avurtları yarılmış, bu yarıklardan kanlar akan, ayakları bağlanmış bir topluluk!" Ben, "Bunlar kim?" dedim. "Oruçlarını vaktinden önce yiyenler (oruç tutmayanlar)" dediler. (et-Tergîb Vet' -Terhîb, 2:453)

Bu kayıpları yaşamamak, bu cezalarla karşılaşmamak için, maddi manevi yüzlerce faydası olan orucu ihmal etmemeli, kulluğun zevkine varmalıdır.

Hazret-i Mevlana'nın orucu: Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma! Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur! Rıza çölüne bak, Allah'ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et! Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç! Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun?

Yoksa Halil'in İshak'ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun? Neden ekmeğe aşıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!

Mehmet Akif'in Oruç hakkındaki şiiri

Mazeretsiz oruç tutmamak günahtır, İslâmî değerlerin sosyal ağırlığının bulunduğu yerlerde bu davranış ayıp da sayılır. Günahlara ve ayıplara karşı toplumun tepki göstermesi tabîidir ve kaçınılmazdır, ancak bu tepkinin amacı, nefret ettirmek, insanı meselâ günahkâr iken kâfir (inkârcı) kılmak, toplumun düzenini bozmak ve fitne çıkarmak değil, irşat ve ıslâh etmek, düzeltmek, eğitmek, yola getirmek, sevdirerek benimsetmek olmalıdır.

Orucu açıkça, göstere göstere yiyenlere karşı bazı zamanlarda ve mekânlarda aşırı tepki gösterildiği, meselâ bunların oruç tutanlar tarafından dövüldüğü medyada ileri sürülüyor. Bunun yaygın olmadığı açık bir gerçek; çünkü oruç tutmayanların onda biri bile oruç tutanlar tarafından dövülseydi ülkemizde her gün binlerce vak'a meydana gelirdi. Nadir de olsa aşırı tepkiler bulunabilir, bu tepkilerde oruç tutanların kusurları da bulunabilir, ancak meşhur deyişle "Hırsızın hiç suçu yok mudur?" Hattâ bazıları sırf hâdise çıksın, İslâm'ın ve Müslümanların imajı çirkin görünsün diye tertip ve tahriklerde bulunmuş olamazlar mı? Bu sorulara cevap teşkil eden bir hikâye bir de şiir nakletmek istiyorum:

Yahudi'nin biri mahallelerde dolaşıp incik boncuk, şeker, sakız vb şeyleri, mal karşılığı satıyor ve Müslümanları kandırıyormuş. Akıllı bir Müslüman çocuk durumun farkına vararak arkadaşlarını uyarmaya kalkışınca Yahudi satıcı, çocuğu çaktırmadan çimdiklemiş, canı acıyan çocuk ağlamaya başlayınca da ondan daha yüksek sesle kendisi ağlamış, gürültüye büyükler gelmişler, Yahudi -çocuğun ağzını açmasına fırsat vermeden- "Bu çocuk beni çimdikledi" diye şikâyette bulunmuş, çocuk bir tokat da büyüklerden yemiş, ağlayarak evinin yolunu tutmuş, bir daha aklını kullanmamaya azmetmiş.

M. Akif şöyle dile getirmiş:

Saat on bir sularındaydı vapur beklerken

Yolcular Bafra'yı tellendirivermez mi sana...

Hayır oğlum, nasıl olduysa apıştım kaldım

Çocuğun tavrı değişmişti. Dedim: "Bak Asım,

Dalaşırsan bu heriflerle üzersin babanı."

İçlerinden biri, hem şüphesiz en kaltabanı

Üç nefes püfleyerek burnuma : "Sen söyle hoca!

Neye bağlanmalı hayvan gibi hâlâ oruca?"

Deyivermez mi, tabîî senin oğlan tokadı,

Herifin yırtılacak ağzına kalkıp yamadı...

Galiba pek canı yokmuş ki yuvarlandı leşi

Asıl itler gerideymiş, koşarak dördü beşi

Ansızın serdiler evlâdımı karşımda yere

Ben şaşırmış "Aman oğlum" demişim bir kere...

Bu çomarlarda o vaz'iyyete gelmişlerdi

Hepsinin hakkını Allah için oğlan verdi!...

Müslüman'a düşen hikmet, merhamet, hoşgörü ve sevgi...

Her duyduğunu doğru sanmak ve hemen Müslümanları suçlamak da yanlış.

HABERE YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler
Gündem