Usta" Ayasofya Fatih Vakfiyesi değil"

Araştırmacı tarihci yazar Veysel Usta Ayasofyla ile ilgili gerçekleri ortaya koydu. Tarihçi Yazar Veysel Usta 'nın uzun araştırmasından  yalnızca sonuç bölümünü derledik. Usta'nın araştırmaları Ayasofya'yı camiye çevirenlerin savundukları gerekçelerin ger

Usta" Ayasofya Fatih Vakfiyesi değil"

Araştırmacı tarihci yazar Veysel Usta Ayasofyla ile ilgili gerçekleri ortaya koydu. Tarihçi Yazar Veysel Usta 'nın uzun araştırmasından  yalnızca sonuç bölümünü derledik. Usta'nın araştırmaları Ayasofya'yı camiye çevirenlerin savundukları gerekçelerin gerçeği yansatmadığını ortaya koydu.Ayasofya konusundaki gerçekleri ortaya koyan Ustan'nın bu tespitleri tartışmaları büyütecek gibi gözüküyor

İŞTE USTA'NIN ARAŞTIRMALARININ SONUÇ BÖLÜMÜ

1996-1997 yıllarında olduğu gibi son günlerde de Trabzon Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi tartışması kamuoyunun gündeminde önemli bir yer edinmiştir.  Her konuda olduğu gibi bu konuda da değişik görüşlerin ortaya atılması ve demokratik bir zeminde tartışılmasından daha doğal bir durum yoktur. Ancak bu tartışmalardan sağlıklı bir sonuç elde edilebilmesi, hiç kuşkusuz doğru bilgi ve belgeler ışığında yapılmasına bağlıdır.

Konuya dair çeşitli iletişim araçlarıyla görüş ve taleplerini kamuoyuyla paylaşan değişik sivil toplum örgütleri, kamu kuruluşları, köşe yazarları ve gerçek şahıslar; Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilmesi veya müze olarak korunması hususunda değişik gerekçeler ileri sürmekte ve taleplerini bu bağlamda savunmaktadırlar. Bu bağlamda Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesini talep edenlerin gerekçelerini maddeler halinde değerlendirmek yerinde olacaktır.

Ayasofya Camii, Ayasofya Müzesi’ne ne zaman ve nasıl dönüştürüldü?

Ayasofya Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet Han'dan 100 yıl sonra 1572/73 yılında padişah izniyle camiye dönüştürüldükten sonra 1864 tarihinde kapsamlı bir onarım geçirmiş ve nihayet I. Dünya Savaşı sırasında, 1916-1918 yılları arasında yaşanan Rus işgalinde fresklerin üzerleri açılarak yeniden kiliseye dönüştürme girişimleri sürdürülmüştür. 24 Şubat 1918 tarihindeki kurtuluştan sonra askeri depo ve hastane olarak kullanılan bina yeniden cami olarak kullanılmak üzere önce Vakıflar Müdürlüğüne, sonra bu müdürlükçe 30.04.1953 tarihli bir tutanakla Ayasofya Mahallesi muhtarlığına teslim edilmiştir.[13] Bu tarihten itibaren yeniden cami olarak işlev görmeye başlayan yapı, aradan kısa bir süre geçtikten sonra, 1957 yılında yeni bir uygulamaya tanıklık etmiştir.

Bu uygulama Ayasofya Camii’inde başlatılan restorasyon çalışmasıdır. Sözkonusu restorasyon çalışması hakkında bilim heyeti adına David Winfield tarafından dönemin Milli Eğitim Bakanlığına her 6 ayda bir gönderilen rapor, müteakip yılların 1959, 60, 61, 62 yıllarında 5 rapor olarak Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünce çıkarılan Türk Arkeoloji Dergisi’nde yayımlanmıştır. Bu raporlardan anlaşıldığına göre Ayasofya Camii’nde restorasyon çalışması, bu yapı üzerinde daha önceki yıllarda akademik bir çalışma yapan S. Andrew’s Üniversitesi’nden Prof. Dr. D. Talbot Rice’ın fresklerin açılması önerisi üzerine temellendirilmiştir.

Prof. Dr. D. Talbot Rice’ın bu önerisi üzerine İstanbul Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Ernest Hawkins tarafından 1956 yılında sözkonusu restorasyona ilişkin bir fizibilite raporu hazırlanmış ve bu rapor DP Hükümeti tarafından 1957’de uygun görülmüştür. Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı ile İngiltere’nin Edinburg Üniversitesi arasında düzenlenen bir protokolle Ayasofya Camii’nde restorasyon çalışması 1957 yılı sonunda başlamıştır. Gerekli iskelelerin kurulmasından sonra ilk çalışma 26 Mayıs ile 3 Ekim 1958 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Michael Smith başkanlığındaki çalışma heyetinde A. Powell, Robert Thomson ve David Winfield bulunmakta olup kazı gözlemciliğini Trabzon Lisesi Tarih Öğretmeni Aliye Aşırbaylı gerçekleştirmiştir.[14] Türk Arkeoloji Dergisi’nde restorasyon çalışmasına dair yayımlanan raporlarda dikkati çeken diğer bir husus ise, çalışmada gösterdikleri kolaylıklar nedeniyle dönemin Vakıflar Bölge Müdürü ile Trabzon Valisine[15] ve Demokrat Parti’li Trabzon Belediye Başkanı Fikri Karanis’e çalışmada gösterdiği kolaylıklar nedeniyle teşekkür edilmiş olmasıdır.[16] Zira bu raporlardan da açıkça anlaşılmaktadır ki Ayasofya’da sürdürülen restorasyon çalışmasından, dönemin DP Hükümetinin haberi olduğu gibi, Trabzon vali ve belediye başkanının da bu çalışmaya destek verdikleri açıkça ortadadır. Bu destek ve bilgi ışığında sürdürülen restorasyon faaliyeti, 7 Mayıs-26 Kasım 1961 tarihinde yapılan 5. ve son çalışma ile sona ermiştir.[17]

Restorasyon çalışması sırasında, ibadet mahalli ile restorasyon yapılan yerin arası tahta perde ile ayrılarak ibadet sürdürülmüştür.[18] Bununla birlikte fresklerin üzerlerinin açılması üzerine, camide namaz kılmanın doğru olmadığı gerekçesiyle mahallede yeni bir cami yapılması girişimi başlatılmış ve 1961 yılında başlayan inşaat 1965’te tamamlanarak ibadete açılmıştır. Restorasyon dönemi süresince, yapı hala cami olmasına rağmen cemaat fiilen bu mekanı terk etmiştir.

Yeni caminin yapılmasıyla birlikte restorasyon gördüğü ve fresklerin açılması nedeniyle cemaatten yoksun kalan ve boş bir şekilde turistlerin ziyaret ettirilmesi ve mufazasının sağlanması amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetimine verilen[19] Ayasofya Camii, 1964 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü uhdesinde müze olarak hizmete açılmıştır.

Bu tarihten itibaren Trabzon’a gelen yerli ve yabancı turistlerin ilk uğrak mekanı olan Ayasofya Müzesi’nin tapu kaydına göre Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın mülkiyetinde bulunduğu gerekçesiyle Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Trabzon Asliye 2. Hukuk Mahkemesi’nde 1996/409 esas ve 1997/315 karar nolu dosya ile haksız müdahalenin önlenerek Vakıflara devredilmesi talebiyle dava açılmıştır. Sözkonusu mahkeme talebi değerlendirerek; Taşınmaz Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 4.9.1985 gün ve 1426 sayılı kararı ile korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edildiği ve Aynı Bakanlığın Ankara Bölge Kurulu’nun 24.01.1986 gün ve 835 sayılı kararıyla Türk cami mimarisi özellikleri taşımadığı, kilise özelliklerinin yanında iç duvarlarındaki freskleri, zemin mozaikleri ve dış duvarlarındaki kabartmaları ile bu yapıya cami fonksiyonu verilmesinin uygun olmadığına karar verildiği belirtilerek sözkonusu yapı üzerindeki Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu kararlarının kaldırılmadan haksız müdahaleden sözedilemeceğini belirterek davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin bu kararına Vakıflarca yapılan itiraz, Yargıtay I. Hukuk Dairesi’nin 1998 tarih, 6603 esas ve 9265 sayılı kararıyla yerel mahkemenin verdiği karar onanmıştır.

Aradan 14 yıl gibi bir süre geçtikten sonra Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Trabzon Asliye 1. Hukuk Mahkemesi’nde 2011/102 esas ve 2011/194 karar nolu dosya ile haksız müdahalenin önlenmesi talebiyle yeni bir dava açılmıştır. Bu davada da mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Bu karar da Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Yargıtay nezdinde temyiz edilmiştir. Yargıtay 1. Hukuk dairesinin 2012/5916 esas, 2012/8101 karar nolu ve 27.6.2012 tarihli kararıyla yerel mahkemenin davanın reddine verdiği kararı, her ne kadar Anıtlar Yüksek Kurulu’nun sözkonusu yapının müze olarak kalmasına dair kararı olsa da bu konuda asıl yetkinin mülk sahibi olan Vakıflar İdaresine ait olduğu gerekçesiyle yerel mahkemenin kararını bozarak yeniden yerel mahkemeye iade etmiştir.

Yargıtay’ın bozma kararını müteakip Trabzon 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bu kez 2012/240 eses ve 2012/386 karar nolu kararıyla Yargıtay’ın bozma kararına uyarak açılan davanın kabulü ile Kültür Bakanlığının Vakıflar İdaresine ait yere olan müdahalesinin önlenmesine karar vermiştir. Bu kez karar Trabzon Muhakemat Müdürlüğü tarafından Yargıtay nezdinde temyiz edilmiş olmasına rağmen davayı kaybetmiştir. Ve buna bağlı olarak Ayasofya Müzesi’nin Kültür Bakanlığınca Vakıflar Genel Müdürlüğüne devir işlemleri başlatılmıştır.

Bugün ulusal basında yer alan “İstanbul Ayasofyası”nın 1934 yılında bir kararname ile müzeye dönüştürülmesine dair dönemin iktidarına yönelik yapılan ağır eleştirilerde bulunanlar, “Trabzon Ayasofyası”nın müzeye dönüştürülme sürecinin başlangıcı olan Edinburg Üniversitesi hocalarına freskleri açma konusunda izin veren 1958 yılındaki hükümetin Milli Eğitim Bakanlığının tavrını neden hiç dillendirmedikleri ve eleştirmedikleri oldukça manidar bir husustur.

İŞTE ARAŞTIRMALARIN SONUÇ BÖLÜMÜ: AYASOFYA FATİH TARAFINDAN CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMEMİŞ

Sonuç

Belgelere dayanarak verdiğimiz bilgilerle, Trabzon Ayasofya Kilisesi’nin önce camiye, ardından müzeye, bugünlerde ise yeniden camiye dönüştürülmesi tartışmalarının tarihsel sürecinin doğru bir zemine oturtulmasına katkı sağlamaya çalışılmıştır. Eldeki belge ve bilgilere dayanarak konuya dair şunlar söylenebilir.

1-Ayasofya Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de Trabzon’u fethederek Osmanlı egemenliği altına aldığı dönemde cami yapılmamış, yaklaşık yüz yıl sonra 1572/73 tarihinde dönemin padişahının izniyle camiye dönüştürülmüştür.

2-Buna bağlı olarak, bizzat Fatih tarafından camiye dönüştürülmemiş olan Ayasofya’nın doğal olarak Fatih’in emriyle kurulmuş olması muhtemel olan Fatih Sultan Mehmet Vakfı’nın tasarrufu altında olması mümkün olamaz.

3-Şayet Ayasofya Camii’nin, Fatih Sultan Mehmet Vakfı’nın tasarrufu altında olduğuna dair vakıf senedi veya belgesi varsa Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bu belge bir an kamuoyu ile paylaşılarak belirsiz durum açıklığa kavuşturulmalıdır. Bugün Ayasofya’ya ait Vakıflar Bölge Müdürlüğünün elinde bulunan tapu senedi, bugünün gerçekliğini (veya tapunun çıkarıldığı tarihteki gerçekliği) tespit eden hukuki bir belgedir. Bu belge, vakıf senedi değildir ve hukuken de vakıf senedinin işlevini görmez. Çünkü vakıf senedi, sözkonusu vakfı kuran iradenin temelini oluşturan ve bu iradenin kurduğu vakıfla ilgili hukuki sınırları belirleme yetki ve özelliğine sahip temel belge özelliği taşımaktadır.

4-1957 yılında Demokrat Parti Hükümetinin Vakıflar Genel Müdürlüğü veya Milli Eğitim Bakanlığınca Ayasofya Camii’indeki fresklerin açılması çalışmalarını yürütmek için İngiltere’nin Edinburg Üniversitesi akademisyenlerine verdikleri izin belgesinin hangi gerekçelerle verildiğinin ve neleri içerdiğinin açıklanması gereklidir. Zira, ibadete açık bir caminin içindeki fresklerin üzerleri açılarak restore edilmesine izin verilmesi, freskli bir mekanda namaz kılınamayacağına göre, daha o tarihlerde Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine karar verilip verilmediğinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

5-Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesi kararı kanaatimizce hukuki bir karardan çok siyasi bir karar olacaktır. Ancak şayet böyle bir karar alınıp uygulanacaksa arkadan ne gibi gelişmelerin meydana gelebileceği iyi hesaplanmalıdır kanısındayım. Çünkü şayet Ayasofya Müzesi bir vakfın temellükünde ise ve bu temellükün yalnızca vakıf senedine uygun şekilde kullanılması gerektiğinden hareket edilecek olursa, bu sürecin devamında başka bir gelişmenin daha olabileceğinden endişelenmek de gerekir. O da şudur: Bilindiği gibi Osmanlı döneminde statüsünde herhangi bir değişiklik olmadığı ve eski işlevini aynen sürdürdüğü için (1923 mübadelesine kadar) bir gayrimüslim vakfı statüsünde bulunan Sümela Ören Yeri (Manastırı) (Meryemana Manastırı)’nin de vakfiyesinde belirtilen sahiplerine bırakılması gündeme gelebilir mi? Böyle bir talep gündeme gelirse buna da “bu bir hukuki haktır” noktasından bakılabilir mi, bakılmalı mıdır? Şayet, esas olanın hukuki hakkın teslimi olduğu düşünülürse o zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal egemenliği ve bağımsızlığı nasıl izah edilecektir?

6-Vakıflar, egemenliği altındaki ülkenin yasaları ile sınırlı müesseselerdir. Osmanlı Devleti, özünde Şer’i Hukuk kurallarına göre yönetilen bir devlet olduğuna göre, o dönem içinde vakıfların statüsü de bu çerçeve içinde değerlendirilmiş ve uygulama bu şekilde yapılmıştır. Halbuki, bugün üzerinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Şer’i hukuk kurallarına göre değil, akılcı hukuk kurallarına göre kurulmuş bir devlettir. O halde, bu yeni devletin Osmanlı hukukuna göre kurulmuş vakıf müesseseleri ile ilgili yeni bir tasarrufu olması gerekmez mi? Ya da doğal değil midir? Aksi halde bugünün Trabzon’u için söylenecek olursa, Trabzon merkezden başlamak üzere Akçaabat, Çarşıbaşı, Vakfıkebir, Beşikdüzü ve Şalpazarı ilçelerinin köylerinin neredeyse tamamı Yavuz Sultan Selim’in annesi tarafından kurulan Gülbahar Hatun Vakfı’nın mülkiyetindedir.

Şayet Ayasofya meselesinde olduğu gibi hareket edilecek ve anılan vakıf adına açılacak davalarda bahsedilen köylerdeki yerleşimlere son mu verilecek ve bu köylerdeki onbinlerce insan başka bir yere mi göç ettirilecektir?

HABERE YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler
Bölgesel