Hantal İbrahim'in hikayesi

Futbola 6 yaşındayken, şuan yeni belediye binasının inşa edildiği, eski tekel binasının bulunduğu arsada yani Narlıbahçe'de başladı. İlk takımı Doğanspor'du. Askerliği nedeniyle Ankara Karagücü'ne gitti. İdmanocağı'nın kazandığı yarım kupada kaleyi koruya

Hantal İbrahim'in hikayesi

Futbola 6 yaşındayken, şuan yeni belediye binasının inşa edildiği, eski tekel binasının bulunduğu arsada yani Narlıbahçe'de başladı. İlk takımı Doğanspor'du. Askerliği nedeniyle Ankara Karagücü'ne gitti. İdmanocağı'nın kazandığı yarım kupada kaleyi koruyan isimdi. Futbol yaşamı boyunca hayatını babasının verdiği harçlıklarla idame ettirdi. İstanbul futbolunun ve futbolcusunun Türk futboluna büyük sekte vurduğunu savunan Hantal İbrahim'le hoş bir sohbet yaptık; umarız siz de keyif alırsınız…


Öncelikle sizi kendi ağzınızdan tanıyalım. Hantal İbrahim kimdir?


1935 Yılında Trabzon'un Zağnos Mahallesi'nde doğdum. Çocukluğum hep orada geçti. Şu anda Belediye Sarayı ve alışveriş merkezinin inşa edildiği eski tekel binasının bulunduğu arsa üzerinde büyüdük. Narlıbahçe derdik oraya o zamanlar. 6 Yaşında orada başladık top oynamaya. Gelişimimizi orada tamamladık. Sadece ben değil,  Trabzon'da yetişen tüm futbolcular hemen hemen oradan çıkardı. Orta okuldan sonra Doğanspor'a gittim. 1951 yılında İdmanocağı'na geçtim. Futbol hayatımız da burada geçti. 1956 Yılında askere gidince Ankara Karagücü'ne aldılar bizi. Askerlik bittikten sonra tekrar Trabzon'a dönerek İdmanocağı'nda oynamaya devam ettim. 1964'te futbolu bıraktım. Henüz 29 yaşındaydım.


“BENİ BEĞENİNCE ASKERE ÇAĞIRDILAR”

Askere gidişiniz de ilginçmiş…


Evet askere gidişim de ilginçti. Trabzon karmasıyla Ankara'da bir maç oynamaya gitmiştik. Orada izleyen rütbeliler beni görmüşler ve bir telefonla askere çağırdılar. Sonra da Ankara Karagücü'ne aldılar.


Kimlerle futbol oynadınız?


Ben genç milli takıma gittiğim zaman Akrep Celal de Ordu Milli Takımı'nda oynuyordu. Ahmet Suat vardı. Osman Burma vardı. Ahmet Suat'la Zağnos'ta kapı komşusuyduk zaten. Sebahattin Canoğlu, İhsan Öztürkmen, Harun Kılmanoğlu, Faik Yabanoğlu, Hazin Orhan gibi Trabzon futbolunun temel taşları vardı.


İdmanocağı'nda kaldırdığınız kupalardan, yaşadığınız şampiyonluklardan biraz bahseder misiniz?


1957-58, 1958-59 ve 1959-60 sezonlarında şampiyonluk ipini biz göğüslemiştik. Yine 1958 ve 59 yıllarında yarım kupa aldığımız Türkiye şampiyonluğumuz ve Türkiye ikinciliğimiz var, Bursa'da elde ettiğimiz.


“BUGÜNKÜ KURALLAROLSAYDI KUPA BÖLÜNMEZDİ”

Yarım kupanın hikayesi daha önce bir çok kez anlatıldı ancak bir de sizden dinleyelim.


Trabzon'da grup şampiyonluğu yapılıyordu. Grup şampiyonu olmuştuk. Türkiye Şampiyonasını da Trabzon'a aldılar. Ankara Havagücü, Bursa Güvenspor, Kütahya Linyitspor ve İdmanocağı olmak üzere dört takım vardı finallerde. İlk maçımız Linyitspor'laydı. Linyitspor'un hocası da Trabzonlu meşhur Taka Naci'ydi. Maçtan önce “fazla atmayız, 3-4 tane atarız size” dedi. Maçı 5-1 kazandık, hem de rahmetli Celal oyundan atılmasına ve 10 kişi kalmamıza rağmen. İkinci maçımız Bursa Güvenspor'laydı. Polat sakatlandı çıktı. Çıkanın yerine de oyuna adam almak yoktu o zamanlar. 67 Yılına kadar resmi maçlarda oyuncu değiştirmek yoktu. Sadece kaleci sakatlanırsa yerine başkasını koyabiliyordunuz. Gerçi 11'i zor tamamlayıp sahaya çıkıyorduk o da ayrı mesele. Bursa Güvenspor'la golsüz berabere kaldık. Havagücü maçı da 0-0 bitti. Havagücü'nün ikinci maçı bizim 5-1 yendiğimiz Linyitspor'la idi. Maçı 5-0 kazanırsa onlar şampiyon olacaktı. 4-0 kazandılar. Bugünkü şartlarda biz daha fazla gol attığımız için bizim şampiyon olmamız gerekiyordu ancak o zamanlar öyle değildi. İki takımın da dört puanı vardı, gol averajı da eşitti. Tarafsız saha Giresun'da bir maç daha oynayalım dedik. Ancak bu fikir kabul görmedi. O zamanki federasyon başkanı ikinizi de şampiyon ilan edelim dedi. Ama kupayı nasıl yapacaktık onu bilen yoktu. Futbol ajanı Osman Turan vardı. Aynı zamanda sanat okulunun da torna tasfiye öğretmeniydi. Verin bana kupayı ben hallederim dedi. Aldı kupayı gitti. Biraz sonra kupa ortadan bölünmüş şekilde geldi. Sonra kura çekildi. Kupanın yazılı tarafı bize, diğer tarafı Havagücü'ne verildi. Dünya'da futbolda bölünen başka kupa yoktur.


“SADECE FUTBOL DEĞİL HER SPORU YAPARDIK”

O zamanlar futbolcular diğer branşlarda da mücadele ederlermiş...

Tabi tabi. Biz sadece futbol oynamazdık. Basketbol, voleybol, hentbol da oynardık. O zamanlar hentbol maçları da salonda oynanmazdı. Daha doğrusu salon yoktu. Avni Aker'de 11'e 11 hentbol maçı yapardık. Hentbol takımıyla da 1953 yılında bir şampiyonluğumuz var. Ankara'ya gittik Türkiye şampiyonluğu için. Ankara Harp okulu vardı en iyi takım olarak. İzmir'den bir takım vardı. Türkiye ikincisi olduk orada.


ORDU'YA GİTMEK 8-10 SAAT ALIRDI

Sürekli şehir dışına çıkıyordunuz. Ulaşımın şimdiki gibi kolay olmadığını biliyoruz. Nasıl gidiyordunuz deplasmanlara?


O zamanlar deplasmanlara gitmek gerçek anlamda ölümdü. Otobüsle Ordu'ya kadar giderdik. Ordu'da bir gece kalıp, sabah tekrar yola çıkardık. Çünkü Ordu'dan öteye Koç Boynuzu denilen bir yer vardı. Arabalar gece orayı geçemezdi. Bu nedenle Ordu'da sabahlamak zorunda kalırdık. Buradan Ordu'ya gitmek 8-10 saati alırdı. Şimdiki gibi 2 saatte gidilmezdi. Trabzon'un takımlarının milli kümelere katılamamalarının nedeni de ulaşım zorluğundan kaynaklanıyordu.


“ULAŞIM OLSAYDI 1967 BEKLENMEZDİ”

Ulaşım kolay olsaydı Trabzon'un liglere katılması daha erken olacaktı o zaman.

Tabi. 1958 yılında rahmetli Kundupoğlu'na (Sebahattin) yalvardık ki milli lige katılalım. Adanaspor da o sene lige dahil edilmişti. Biz de katılalım, para istemiyoruz, atalım imzaları da bizi de lige alsınlar dedik. Ulaşım nedeniyle cesaret edilemedi. Çünkü ulaşımın zorluğu bir kenara aynı zamanda da masraflı bir işti. Gemiyle gidiliyordu İstanbul'a ancak o da tamı tamına 2 gün alıyordu. Dönüşü ve orada oynayacağınız maçı düşünürseniz 1 hafta sürüyor. Buradan Rize'ye bile 6 saatte gidebiliyorduk.


“YARIM EKMEKLE AKŞAMI EDERDİK”

Hiç para istemediniz. Daha doğrusu verilecek imkan da yoktu. Neyle geçiniyordunuz?

Sağolsun babamız vardı. Ondan aldığımız harçlıklarla idare ediyorduk. Doğrusunu söylemek gerekirse paraya da çok fazla ihtiyaç duymuyorduk. Yani ihtiyaçlar ve imkanlar bugünkü gibi sınırsız değildi. Anamızın diktiği yama parçalarını giyerdik. Terziye bir pantolon diktirip de giyebilirsen ne ala. Karnını doyuracak bir parça ekmek ve peynir buldun mu o yetiyordu bize.


“HER KULÜBÜN TİYATRO KOLU VARDI”

Peki hantal lakabını kim taktı size? Kalecilikte pek mi ağır kalıyordunuz?

Yok kalecilikle alakası yok. Bir tiyatro oyunu oynayacaktık. Daha 15 yaşındaydım. O zamanlar Trabzon'da çok fazla sosyal faaliyet vardı. Her kulübün aynı zamanda tiyatro kolu vardı. Doğanspor'dayken bana da dediler gel tiyatro oynayacaksın. Asker rolüydü. Oradan biri bağırdı “Ne duruyorsun orda hantal hantal. Gelsene sahneye doğru” diye. O gün bugündür adımız Hantal İbrahim olarak kaldı (Gülüyor).


“DEREYİ SANDIĞIN İÇİNDE GEÇTİK”

Bir yol hikayesi alabilir miyiz?

Dediğim gibi deplasmanlara gitmek çok zordu. Bir senesi Rize'den gelin maç oynayalım dediler. 1959 yılıydı. İyidere'de köprüyü dere alıp götürmüş. Telefonlar açıldı. Siz oraya kadar gelin biz sizi oradan alırız dediler. Bir motor vardı. Arkası un yüklü çuvallarla dolu. Onların üzerine binip gittik. Gittik ki derenin öbür ucundan bu yanına ip gerilmiş, ipin üzerine bir sandık asılmış, içine binip karşıya geçeceğiz. İkişer ikişer biniliyor denge sağlandıktan sonra karşıdan sizi çekiyorlar. Cesaret edemiyoruz, korkuyoruz ancak başka yolu da yok. Mecbur bindik geçtik karşıya. Oradan bindik arabaya gittik Rize'ye. Oynadık maçımızı sonra da aynı yolla geri döndük.


“ANKARAYA TAM İKİ GÜNDE GİDEBİLDİK”

(Önce gülüyor sonra anlatmaya devam ediyor)

Ankara'ya voleybol maçına gideceğiz. 8 Kişiyiz. Bir pikap bulundu. Bindik içine. Rahmetli Kundupoğlu da bizle geliyor. Arabanın lastiği patladı. Söktük tamir ettik. Az ileride öbür lastik patladı. Söktük onu da tabir ettik. Tam iki gün sürmüştü Ankara'ya gidişimiz. Çok zevkli hikayeler vardı.


Anlatın lütfen.

Bir keresinde yine Rize'ye gidiyoruz. Hava buz. Şimdiki gibi ayak içine koyulan o ayağı sıcak tutan ısıtıcılar nerdeeee. Ayakkabımızın içine gazete kağıdı koyup da maça çıkardık. Maça çıktık, bir süre sonra benim ayak parmaklarım dondu. Üzerinden 50 yıl geçti. Hala o ayak parmaklarımı tam anlamıyla hissetmiyorum. Aynı maçta Yalçın diye bir arkadaşımız vardı, soğuktan yere düştü. Aldılar hastaneye götürdüler.


İmkansızlıklara rağmen futbola ve spora duyulan bu ilgi taktire şayan

Eşofman yok. Maça çıkacak formayı zor buluyoruz. Ayakkabılarımızı bile kendimiz dikerdik. İçlerine kağıt koyar, çıkar maç oynardık. Konfeksiyon diye bir şey yoktu zaten. Yarım ekmek arası peynir akşama kadar idare ederdi.


“ÇOK İYİ YAMA TOPU YAPARDIM”

Eskiler yama toplarından bahseder. Siz de oynamışsınızdır yama toplarıyla.

Ooo. Ben çok güzel yama topu yapardım. O Narlıbahçe'de hep onlarla oynardık. Kırıntıları toplar, yün teliyle sarar, üzerine de bir bez dikerdim, süper olurdu.

Futbolu bırakmanız nasıl oldu?

Baba parası bir yere kadar. 29 Yaşındaydım. İşe girdim. İşe girince antrenmanlara gitmek zor oldu. Öyle koptuk. Daha sonra kısa bir süre de hakemlik yaptım.


“AT BANA 5 GOL ATAYIM SANA 6 GOL SİSTEMİYLE OYNARDIK”

Biraz da oynanan futboldan bahsedelim. Hangi sistemle oynuyordunuz?

W & M sistemi vardı. İki iç, sağ açık, sol açık ve santrafor vardı. Bu sistem hücuma yönelikti. Bu sistemde bütün yük iki hafla iki içe kalıyordu. Bu dört kişi sürekli ileri geri gidiyor ve oyunu hareketli tutuyordu. Bu oyuncular da genelde ciğeri iyi olan çevik kişilerdi.


“HAKEMİ GOL YEDİĞİME İNANDIRAMADIM”

Forvetlerin unutamadığı goller vardır. Sizin yiyip de unutamadığınız gol var mı?

Yeşilspor – İdmanocağı maçıydı. Rakip altı pasın üzerinden vurdu, top kafamın üzerinden kaleye girdi ama nasıl olduysa filelerden çıkmış gitmiş. Hakem Telat (Soyak) abi aut verdi. Ben hakeme gol diyorum. Hakem aut diyor. Goldür, auttur derken atıyorum topu santraya, topu geri bana atıyorlar aut kullan diye. Başımın üzerinden geçti gol diyorum inandıramadım. Hala hayret ediyorum filede yırtık yoktu ama top fileden dışarı çıkmıştı. Gerçekten goldü.


Hakem aut diyor, siz gol yedim diyorsunuz. Bunu yapacak fazla sporcu yoktur.

Maçı 6-0 kazandık. Durum 0-0 olsaydı der miydim bilmiyorum (Kahkaha sesleri yükseliyor).


Çok transfer teklifleri alırdık. Bir keresinde Galatasaray'dan istediler bizi. Bindik vapura gittik. Güverteden bakıyoruz Galatasaraylılar iskelede bizi bekliyorlar. Trabzonlu Hasan Polat Federasyon başkanı o zaman. Hasan Polat baktık iskelede. Bizi aynı vapura koydu doğru Trabzon'a geri yolladı.


Beğendiğiniz kaleciler var mı?

Türkiye'de bir Şenol vardı beğendiğim. Rüştü vardı o da bitti. Kaleci Turgay'dı (Şeren). Bizi de zaten o bitirdi (hayıflanıyor). Genç milli takıma giderdik, bakardık Turgay orda. Amatör milli takıma giderdik, bakardık Turgay orda. Ordu milli takımına giderdik, bakardık Turgay orda. Biz de hep yedekte kalırdık. Turgay çok kaleciyi söndürdü. Allah için konuşmak gerekirse iyi kaleciydi. Ancak biz de onun imkanlarında oynasaydık belki biz de o kadar iyi olurduk. İdmanocağı'nda Hantal İbrahim'i kim takar. Milli takıma çağrılırdık, bakardık ki Turgay orda.

“İSTANBUL FUTBOLU TÜRKİYE'YE SEKTE VURDU”

İstanbul'da oynamamanın ezikliğini yaşadınız mı?

İstanbul futbolu Türkiye'ye çok büyük sekte vurmuştur. Hem de çok. Sebebi şu. Onlar orda Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçeli futbolcular her gün bir aradaydılar. Arkadaştılar. Milli takımlara dışarıdan biri geldiği zaman dışlardılar. Çünkü dışarıdan biri oynasa ya kendisi ya da arkadaşı kesilecekti. Suratımıza bakmazdılar. Onlar ayrı otururdular. Beton Mustafa (Ertan) vardı. Milli takımın değişmez oyuncusuydu. Antrenörlük yaptı Trabzon'da sonraları. O bile sürekli İstanbullu futbolculardan ağlardı. Onu da istemezdiler çünkü.


“FUTBOLCU KENDİNDE KAZANACAK GÜCÜ GÖRMELİ”

Bugünkü Trabzonspor'u nasıl görüyorsunuz?

Bu yıl iyi gidiyor. İnşallah da bozulmaz. Daha iyi olacağına inanıyorum. Trabzonspor bu yıl inşallah şampiyon da olacak. Ben inanıyorum. Çünkü her takım 11 kişi oynuyor. Azim ve istek olmalı. Biz maça çıkmadan önce haydi şunlara 3 tane atalım da gelelim derdik. Yani önce inanmak gerek. O gücü kendinde göreceksin. Futbolcu o gücü ve hırsı içinde hissedecek. Herkesin iki ayağı var. Kimsenin kimseden üstünlüğü yok. Bugünün şartlarında futbol oynamak tabi ki isterdim. Bu antrenman sistemi ve imkanlar olduktan sonra çok daha iyi olurduk herhalde. Şimdi deniyor ki şu maçı kazan sana 5 bin lira prim. Düşünmeden edemiyorum, bize 5 bin lira galibiyet pirimi verseler ne yapardık diye. Sahada adam yerdik herhalde.


“MAHALLE FUTBOLU ŞART”

Sizin döneminizin çocuklarının en büyük oyuncağı yama toplarıydı. Şimdi bilgisayar başından kalkmı-yorlar. Bunun futbolcu yetişmesine etkisi var mı?

Çocuk ne yapsın. Nerde top oynasın. Bana şuan bir yer gösterin çocuklar orada toplansın ve maç yapsınlar. Tekel binasının olduğu yerde kocaman bir çimen alan vardı. Sabah evden çıkardık, akşama kadar ordaydık. Elimizde bir yama topu vur babam vur. Genç takımdan niye futbolcu çıkmıyor deniyor. Çocuk geliyor idmana, soyunuyor, yarım saat bir saat idman ondan sonra eve. Bir saatte ne verebilirsin çocuğa. Bana göre mahalle futbolu bitti genç takımlar da bitti. Mahalle futbolu şart. Her mahallede bir saha vardı. Mahalleler arası maçlar yapardık. O zamanlar sol açık Polat vardı. Alırdı portakalı saydıra saydıra köprünün başına kadar giderdi. Bugün onu yapacak kaç futbolcu var.

Röportaj: Ömer Kazancıoğlu/ Serdal Şahin

HABERE YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler