Sözde Pontus soykırımı iddialarına böyle cevap verdi - "Trabzon'un Rusya tarafından işgali sonrasında..."

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık, Sözde Pontus soykırımı iddialarına böyle cevap verdi.

Sözde Pontus soykırımı iddialarına böyle cevap verdi - "Trabzon'un Rusya tarafından işgali sonrasında..."

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık, bugüne kadar hiçbir yetkili mahkemenin Pontus Rumlarının tehcirini soykırım olarak nitelendirmediğini belirterek, "1948 Sözleşmesi'ne göre, yaşananlar soykırım olarak nitelendirilemez. Irksal nefrete dayalı, bölge halkını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir tavır da yok. Burada bir isyan ve bunun bastırılması süreci var." dedi.

Palabıyık, "sözde Pontus Rum soykırımı" iddalarıyla ilgili hukuki bir kavram olan soykırımın nasıl tanımlanacağı ve suçlularının nasıl cezalandırılacağı konusunda tek hukuki metnin 1948 tarihli "Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi" olduğunu söyledi. 

Bu sözleşmenin 2. maddesine göre, soykırımın söz konusu olması için ulusal, etnik, ırksal veya dinsel gruba yönelik "yok etme kastıyla" ve salt o gruba ait olduklarından bireylere karşı geliştirilen "nefret saikiyle" hareket etmek gerektiğini belirten Palabıyık, şöyle konuştu:

"Sözleşmenin 6. maddesine göre soykırım suçunun cezalandırılması ancak yetkili mahkeme kararıyla olur. Bugüne kadar Pontus Rumlarının tehciriyle ilgili herhangi yetkili bir mahkeme kararı olmadığı gibi, Pontus Rumlarının tehcirinin, ırksal nefret saikli yok etme kastı çerçevesinde değil Osmanlı İmparatorluğu ve Büyük Millet Meclisi hükümetinin güvenlik kaygılarıyla gerçekleştirildiği söylenebilir."

"RUSYA'NIN ETKİNLİĞİNİ ARTIRMASINDAN SONRA BÖLGEDE ULUSAL BİLİNÇ GELİŞTİ"

Pontus Rumlarının 18. yüzyılın sonuna kadar büyük ölçüde Helen kimliğinden ziyade Ortodoks kimliği çerçevesinde kendisini tanımlayan bir toplum olduğuna dikkati çeken Palabıyık, 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra Karadeniz'in uluslararası ticarete açılması ve Karadeniz kentlerinde Avrupa ülkelerinin konsolosluklarının kurulmasından, özellikle de Rusya'nın bölgedeki etkinliğini artırmasından sonra burada ulusal bilincin geliştiğini anlattı.

Palabıyık, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra bölge Rumlarının bir bölümünün Rusya ile hareket ettiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti: 

"Bu birliktelik Birinci Dünya Savaşı sırasında Pontus Rumlarının Rusya'nın bölgede yayılmasını teşvik edecek şekilde isyanlar çıkarmalarıyla daha da yoğunlaşmıştır. Bilhassa Trabzon'un Rusya tarafından işgal edilmesinin ardından çevre bölgelerde çıkan bu isyanlar neticesinde Osmanlı idaresi, Giresun ve Samsun havalisindeki bazı Rumları iç bölgelere tehcir etmiştir. Elbette bu tehcir kolay bir süreç olmamış, yollarda kafilelere bazı saldırılar düzenlenmiş, ölenler ve öldürülenler olmuştur. Ancak Birinci Dünya Savaşı bitince Rumların geri dönmelerine izin verilmiştir." 

Bundan sonra Paris Barış Konferansı'nda bağımsız bir Pontus devleti kurulmasının gündeme geldiğini belirten Palabıyık, "Ancak Yunanistan Başbakanı Venizelos, Batı Anadolu'ya daha fazla odaklandığından Pontus bölgesinin kurulacak bir Ermeni devletinin sınırları içinde yer almasına göz yummuştur." dedi.

Bu durumun, yerel Rumların bağımsız devlet kurabilmek için büyük ölçüde kendi güçlerine dayanacağı bir mücadeleyi beraberinde getirdiğini ve bölgede yeniden isyanların başladığını bildiren Palabıyık, "Bu isyanların İtilaf Devletleri'nin Mondros Mütarekesi hükümlerince bölgeyi işgal etmesine bahane olmasını engellemek üzere bölgeye Mustafa Kemal Paşa müfettiş olarak gönderilmiştir. Bölgedeki yerel Türk direnişi Erzurum ve Sivas Kongreleriyle artık ulusal bir direnişe dönüşmüştür." ifadelerini kullandı.

Pontus çeteleriyle ilk mücadelenin Topal Osman Ağa'nın çeteleriyle verildiğini anlatan Palabıyık, şöyle devam etti: 

"Ancak Topal Osman Ağa'nın sivil halka yönelik bazı kötü muameleleri ve Büyük Millet Meclisinin ülke savunmasını çetelerden ziyade merkezi orduya devretme girişimleri, bölgeye merkezi bir ordunun gönderilmesi sürecini doğurmuştur. Bunun üzerine Merkez Ordusu kurulmuş ve Pontus isyanının bastırılması konusunda şiddetli tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin arasında, Rumların silahsızlandırılması ve bilhassa Yunan savaş gemilerinin Haziran 1921'de Karadeniz limanlarını bombalamasının ardından bölgenin savaş alanı ilan edilerek Rum halkının iç kesimlere tehcir edilmesi sayılabilir. Bu tehcir Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan tehcire göre daha geniş kapsamlı bir tehcirdir. Milli Mücadele'nin zaferi yaklaşırken 1922 sonlarında Pontus bölgesindeki isyan da bastırılmıştır. Bundan sonra Pontus Rumları mübadeleyle Yunanistan'a gönderilmiştir." 

"BURADA BİR İSYAN VE BUNUN BASTIRILMASI SÜRECİ VAR"

Soykırımın suç olduğuna işaret eden Palabıyık, "Bugüne kadar hiçbir yetkili mahkeme Pontus Rumlarının tehcirini soykırım olarak nitelendirmemiştir. 1948 Sözleşmesi'ne göre, yaşananlar soykırım olarak nitelendirilemez. Irksal bir nefrete dayalı, bölge halkını tamamen ortadan kaldırmaya, yok etmeye yönelik bir tavır da yok. Burada bir isyan ve bunun bastırılması süreci var." ifadelerini kullandı.

Palabıyık, yaşananların hukuken soykırım olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını vurgulayarak, "Hukuk kapsamı dışında yapılabilecek her türlü soykırım tartışması bir sosyal bilim tartışması olur." diye konuştu.

HABERE YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler
Gündem