Davutoğlu’ndan ’yeni anayasa’ açıklaması

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Hükümeti kurduktan sonra eğer olumlu cevap alırsam, yeni anayasa da dahil olmak üzere bütün konuları rahatlıkla konuşacağımız şekilde muhalefet liderleriyle bir araya gelmeyi planlıyorum, oturup konuşalım" dedi.TRT Haber özel ya

Davutoğlu’ndan ’yeni anayasa’ açıklaması

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Hükümeti kurduktan sonra eğer olumlu cevap alırsam, yeni anayasa da dahil olmak üzere bütün konuları rahatlıkla konuşacağımız şekilde muhalefet liderleriyle bir araya gelmeyi planlıyorum, oturup konuşalım" dedi.

TRT Haber özel yayınında gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Her şeyden önce herkesin bu ülkede eşit vatandaş olduğu rahatlığı içinde davranmak. Kimse, düşüncesi, ideolojisi dolasıyla ayrımcılığa tabi tutulamaz. Bunun psikolojik ortamının sağlanması lazım. Hepimizin bu dalgalar karşısında sığınacağı tek yer bu ülke. Türkiye, bırakın herhangi birinin terketmeyi düşündüğü, milyonlarca insanın sığınak olarak gördüğü bir yer. Türkiye, huzur ve güven veren bir ülke. Herhangi bir şikayeti varsa kimsenin kendisine dönük olarak özel bir ayrımcılığa muhatap olduğuna, buna da bakarız. Terketmeyeceğimiz hususlar ise, kişi insan hak ve özgürlükleri, bunun yanında siyasal anlamda hesap verilebilirlik makamının sadece onların hesap verebileceği siyasal düzenin kurulması. Burada kimse kendi geleceği ile ilgili kaygı duymamalı, bu anlamda hiçbir kırmızı çizgimiz yok. Siyasi liderlere dikkat ediniz, 7 Haziran'dan sonra teröre karşı ortak deklarasyon çağrısı yaptım cevap alamadım. Suruç saldırısından sonra bir daha çağrı yaptım, yine cevap alamadım. Terörle mücadele konusunda ortak bir çağrıda, deklarasyonda bulunabiliriz. Yeni anayasa da dahil her konuyu rahat bir ortamda konuşabiliriz. Önyargılarla siyasal sistem, anayasa tartışması yapılamaz. Bizim anayasamız bu, hep beraber yapacağız. Anayasa herkese hitap etmek durumunda. Ben bir zillet olarak görüyorum, hala hatırlarım 12 Eylül Anayasası'na hayır oyu verdim. İnce şeffaf bir zarfta, kahverengi bir zarfta, oyunuz zaten belli oluyordu. Ben başbakanım, o zaman hayır dediğim anayasa hala yürürlükte. Ben bunu içime sindiremiyorum. CHP Genel Başkanı, MHP Genel Başkanı, HDP Eş başkanları da 12 Eylül Anayasası'nı içine sindirmiş değiller. O anayasa CHP'yi kapatmıştı, o anayasa Alparslan Türkeş'i hapse atmıştı. Her partinin hitap ettiği kitle açısından bu anayasanın miladının dolmuş olması lazım. Niye konuşamıyoruz? Önce bunun sakin bir şekilde konuşulmasını sağlayacak bir ortamı temin etmek lazım. Onun için ben 3 ayda halkın beklediği yeni ve sert siyasi tartışmalar değil icraat. Ona yoğunlaşacağız. Hükümeti kurduktan sonra eğer olumlu cevap alırsam, yeni anayasa da dahil olmak üzere bütün konuları rahatlıkla konuşacağımız şekilde muhalefet liderleriyle biraraya gelmeyi planlıyorum, oturup konuşalım" ifadelerini kullandı.

Şu anda Meclis'in temsil kabiliyeti en yüksek Meclis olduğunu anlatan Davutoğlu, "Gelin bu temsil kabiliyetiyle yeni bir ufuk açalım Türkiye'ye. Kasettiğim şey, sadece reaktif olarak tansiyon düşürmek değil, proaktif ve aktif olarak sakin bir ortamı sağlamak. Hala, Türkiye'deki seçimleri gölgede bırakmaya çalışanları da görüyoruz. Bürokrasi dahil siyaseti kıskaca alır mıyız diyen paralel yapıyı da görüyoruz. Onlara karşı Kılıçdaroğlu'nun bazı söylemlerinde, her türlü vesayete karşı tutum göstereceklerini ifade etmeleri, bunlar olumlu gelişmeler. Mesele paralel yapı, yarın başka yapı. Bu ülkede ister 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat'ta olduğu gibi askerin içinde bir kesim olsun, ister başka durumlarda olduğu gibi bürokrasiye sızarak olsun hiç kimsenin siyaset kurumunun sorumluluğunda olan alana girmesine izin vermeyeceğiz. Biz, bütün siyasi partiler halk önünde hesap vermeye hazırız ama halk önünde hesap vermeyecek hiçbir paralel yapı, ister bu KCK, ister paralel devlet yapısı şeklinde olsun, ister Ergenekon olsun, bunların hepsine karşı biz siyaset kurumunu koruyacağız" şeklinde konuştu.

"BÜTÜN BİR REFORM ANLAYIŞININ YENİ ANAYASA DAHİL ELE ALINMASI LAZIM"

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Varsa eğer şikayet, yolsuzluklarla ilgili her şeyi tartışırız ama bir kumpas şeklinde Türk siyasi hayatını yönetmek isteyen bir yapı, dini istismar eden bir cemaat olsun, hangisi olursa olsun biz her türlü siyasi görüşe sahip siyasi liderler bunlara karşı omuz omuzayız deme cesaretini göstermemiz lazım. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda hepimizin aynı hassasiyeti göstermemiz lazım. Yargı bana dokunmuyorsa iyidir, bana dokunduğu zaman tarafsızlığını kaybediyor dediğinde olmaz. Hele hele benim, önümüzdeki dönemde üzerinde durmayı düşündüğüm husus, böyle bir mutabakatla yargı kurumunun bütün siyasi tartışmanın dışına çıkması ve tuzun kokması denilen olayın yaşanmaması ama bunun olması için bütün bir reform anlayışının yeni anayasa dahil ele alınması lazım" diye konuştu.

BAŞKANLIK SİSTEMİ TARTIŞMALARI

Başkanlık sistemindeki tartışmaları değerlendiren Davutoğlu, "Başkanlık sistemi ya da parlamenter sistem bir mekanizmadır. Bunların her ikisinin de özgürlükçü örnekleri de otoriter örnekleri vardır. Önemli olan siyasi felsefe, önemli olan siyasetin ne olduğudur. Üzerinde ittifak edeceğimiz husus şu olmalı; özgürlükçü, vesayete karşı bir anayasa olmalı, güçler ayrılığı prensibine dayanan bir anayasa olmalı. Herkesin vatandaşlık kavramının en kapsayıcı olarak tanımlandığı bir anayasa olmalı. Kendi kültürel birikimimize ters düşmemeli ama evrensel değerlerle uyumlu olmalı. Bu çerçeve, kimsenin karşı çıkmayacağı bir felsefe. Önce bunun içini dolduralım, sonra bunu yaptıktan sonra mekanizmayı yani siyasal sistemi konuşalım. Bunu yapmadan salt anayasayı başkanlık meselesi gibi göstermek, başkanlık sistemi savunmak açısından da sakıncalıdır ona karşı çıkmak açısından da sakıncalıdır" dedi.

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"12 Eylül bir darbe anayasası olması itibarıyla birlikte şunu demiştir; siyasiler hata yapabilir, onların seçtiği başbakan da hata yapabili,r dolayısıyla onları denetlememiz lazım. Nasıl denetlenecek? Cumhurbaşkanlığı makamına mutlaka askeriyeden biri gelmeli ve öyle güçler vermeliyiz ki seçilen başbakan kendini sürekli denetim altında hissetsin, bağımsız kararlar alamasın. Mantık böyle kurulunca cumhurbaşkanı ve başbakan, parlamenter ve başkanlık sisteminin arasında son derece karmaşık, son derece bozuk ve kişisel ilişkileri bozan bir kargaşa doğmuş, bir kargaşa, kakafoni neredeyse."

"Ortada çok sağlıklı işleyen parlamenter sistem var da bunun yerine başkanlık sistemi ikame edilmek isteniyor değil" diyen Davutoğlu, "Ortada bir problem var ve ben bu problemi yaşayan biri olarak söylüyorum, problemi gördüğümde gözümü kapatmam. Burada da şahsi hesap yapmam. Mesele, Sayın Cumhurbaşkanımızın yetkisinin artırılması, eksiltilmesi meselesi gibi tartışılmamalı. Herkes dürüstçe bu problemin Sayın Sezer'le Sayın Bülent Ecevit arasındaki bir tartışma parlamenter sistemde olabilir miydi? Anayasa kitapçığını fırlatıldığı Milli Güvenlik Kurulu toplantısı Alman, İngiliz parlamenter sisteminde var mı? Dolayısıyla cumhurbaşkanı ile başbakanlık makamı arasında her an problem çıkarmaya ayarlı bir yapı var. Hesabı başbakan verecek, 12 Eylül'ün mantığı böyle, ama yukarıda kontrol durumunda olan cumhurbaşkanı hesap vermeyecek. Sorumsuzsa tümüyle tarafsız olmalı, sorumluysa da bu anlamda yetkisinin daha net tanımlanması lazım. Bu açıklıkta konuşuyorum, çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Davutoğlu, Kılıçdaroğlu değil. Koyarız tabloyu ortaya. Bir kere halk tarafından seçilmiş olduğu için cumhurbaşkanı, o anlamda başkanlık sistemine evrilmesi daha kolay. Başka bir şeyin varsa getirin tartışalım" açıklamasında bulundu.

Önce gerilimlerin dozunun düşmesi ve her şeyin sükunetle konuşuluyor hale gelmesi gerektiğine işaret eden Davutoğlu, "Meselenin Cumhurbaşkanlığı makamının gücünü artırmak ve onun üzerinden bir güç mücadelesi olarak görülmemesi ve sükunetle tartışılması lazım" dedi.

Devletin ve demokrasinin restore edilmeye ihtiyacı olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, "Onun ana sütunları de belli. Yeni anayasa bizim önümüzün ufkunu açar ama her şeyden önce kimin ne kaygısı varsa, mekanizmayla ilgili, onu paranteze alalım. Nasıl bir anayasa öngöreceğiz, insan hak ve özgürlüklerini nasıl teminat altına alacağız, devlet yerine insan diyen anayasayı nasıl öne çıkaracağız, bu temelde güçler ayrılığı prensibi nasıl harekete geçireceğiz, bunları konuşalım. Sonra da uygun siyasi mekanizmayı birlikte geliştirelim. Biz kimseye şu veya bu modeli dayatmak için bir şeyi gündeme getirecek değiliz" şeklinde konuştu.

Başbakan Davutoğlu, ilk görevlerinin hükümeti kurmak, ikinci görevlerinin hükümet programı olduğunu belirterek, "Şahsi hesaplarımızı bir kenara koyalım. Siyasi rekabeti onunla tanımlamayalım, millete hizmet yolunda tanımlayalım. 50 sene, 100 sene sonra da torunlarımızın gurur duyacağı bir anayasayı da birlikte yazalım. O anayasa da ister başkanlık sistemi, parlamenter sistem, birlikte bir şey oluşturursak doğru yere gideriz. Bizim kanaatimiz, gelinen evrede, iyi tanımlanmış güçler ayrılığı prensibine dayalı bir başkanlık sistemidir. İnşallah önümüzdeki aylarda inşallah bunu tartışacak zemini hazırlarız. Kendi halkına ve vatandaşına güvenen bir anayasa, başkanlık sistemini de bu çerçevede tartışalım. Bunun dışında bunu konjonktürel bir mesele olarak gündeme getirmek, başkanlığı savunanlar için de doğru olmaz. Eleştirenlerin konjonktürel açıdan eleştirmesi de doğru olmaz. Ama ne Sayın Cumhurbaşkanımızın ne benim bu konuda şahsi bir hesabı, milletin istikbalinden öne alacağımız kaygısını kimse taşımamalıdır" diye konuştu.

10 KASIM

Bugün cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının 77. yıl dönümü olduğunu belirten Davutoğlu, büyük liderlerin tarihin akışı içinde tarihe yön verme gücü gösteren ve milletlerin talepleriyle yol alan liderler olduğunu söyledi. Atatürk'ün istiklal mücadelesi öncesi işgal donanmalarının İstanbul'a geldiğinde söylediği "Geldikleri gibi gidecekler" sözünü hatırlatan Davutoğlu, "Ülkelerin toprakları işgal edebilir, limanları işgal edilebilir ama zihinleri işgal edilmemişse, istiklal aşkı yok edilmemişse her zaman geleceğe ümitle bakabilirler. Buradaki özgüven duygusu çok önemli" dedi.

Kendisinin de 1 Kasım seçimlerinin ardından Türkiye'yi yeniden inşa ederken aynı özgüvenle davranacaklarını söyleyen Davutoğlu, "Hiçbir şekilde Türkiye'yi kimseye muhtaç etmeyeceğiz. Kimsenin ülkemizin ekonomisini, ülkemizin istiklalini tehdit etmesine de izin vermeyeceğiz" diye konuştu.

Amasya Genelgesi kapsamında alınan "Milletin istiklalini yine milletin azmi ve kararlılığı kurtaracaktır" kararını hatırlatan Davutoğlu, bu sözü günümüzde "Milletin istikbalini yine milletin azmi ve kararlılığı kurtaracaktır" dedi.

"O KADAR ÇOK YERDEN TEBRİK TELEFONLARI ALDIM Kİ"

1 Kasım seçimlerinin bu anlamda milletin azim ve kararlılığını gösterdiğini söyleyen Davutoğlu, "Yüzde 85'lik bir katılım, milleti yani sadece kendimize duyduğumuz özgüveni değil milletimize duyduğumuz güveni de yansıttı. İstiklal harbimiz sadece Türkiye'nin, Anadolu'daki milletin mücadelesi değildi aynı zamanda mazlum milletlerin mücadelesiydi" dedi.

1 Kasım seçimleri sonrası aldığı tebrik telefonlarına işaret eden Davutoğlu, şunları söyledi:

"O kadar çok yerden tebrik telefonları aldım ki devlet ve hükümet başkanları dışında bir de halklarını temsil eden sıradan sözcü durumundaki insanlardan, Bosna'dan, Kosova'dan, Somali'den, Filistin'den, Suriye'den, her yerden tek söyledikleri vardı, "Bu seçim sizin seçiminiz değildi aynı zamanda bizim seçimimizdi. Yani Türkiye'nin gücü, bizim gücümüz." Aynı İstiklal harbi gibi şu anda dünyanın her yerinde Türkiye'nin gücünü kendi gücü gören o kadar geniş kitleler var ki biz onların ümidini söndürmemek için, onlara ümit ışığı olmak için bu topraklarda ayağımızın toprağa güçlü basması lazım. Bu anlamda başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimizi minnetle, saygıyla anıyoruz. 100 senelik bu miras çok daha ilerilere götürülecek. Bu inancımızı 1 Kasım seçimleri teyit etmiştir."

"ÇOK DERİNDEN BİR DALGANIN GELDİĞİNİ HİSSETTİM"

"7 Haziran'dan 1 Kasım'a ne değişti?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Rahattım o akşam, çünkü görevimi yapmıştım. Birçok açılardan 7 Haziran itibaren 1 Kasım'a gelen süreçte söz verdiğimiz her şeyi yapmaya gayret etmiştik ve nihayet karar milletindi. Ve şundan rahattım, o gün yine gazetecilerle yaptığımız bir sohbette oran sorduklarında kendilerine de söyledim, dedim ki "Anadolu'yu gezdiğimde çok derinden bir dalganın, sessiz bir dalganın gelmekte olduğunu hissettim. Bu dalganın yönünü, istikametini göreceğiz ama bu bize büyük bir güç katacak." Onu hissediyorsunuz. Bu anlamda bize destek veren milletimize bir kez daha şükran borçluyum. Allah'a tevekkül edip millete güvenmekten kaynaklanan bir rahatlıktı" karşılığını verdi.

"EFENDİM BALKON KONUŞMASI YAPMASAK" DİYE TELKİNDE BULUNDULAR"

"7 Haziran'dan sonra ne değişti?" sorusunun önemine işaret eden Davutoğlu, "Ben bugün MKYK'da da arkadaşlarla bu çerçevede konuları ele alacağım. 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemi ileride yazıp değerlendirecek olanlar aslında toplum psikolojisiyle bütünleşmiş bir siyasetin başarısı olarak yazacaklar" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, 5 aylık süreç içinde aşılan 5 kritik kavşağı şöyle aktardı:

"5 kritik kavşak vardı ki biz orada yanlış bir adım atmış olsaydık 1 Kasım'da başarıyı elde edemezdik. Birincisi, 7 Haziran akşamı, ben çok özgüven içinde şimdi söyleyebilirim; aslında 1 Kasım seçim zaferini biz 7 Haziran akşamı kazandık. Konya'da seçim neticesini alıp yola çıktığımda genel bir yeis ve karamsarlık havası hakimdi. Konyalılar beni şevkle uğurladılar, Ankara'da partililerimiz büyük bir coşkuyla karşıladılar ama genel olarak 13 yıllık iktidardan sonra bu iktidarın kaybetmiş olduğu bir yeis havası vardı. Öyle ki çok kıdemli bazı parti yetkililerimiz "Efendim bugün balkonda konuşma yapmasak" diye telkinde bulundular. O zaman dedim ki "Hayır, esas o gün konuşma yapmak lazım." Zafer sonrası konuşma yapmak kolay, esas zafer elde edilmemiş gibi bir durum varsa -ki yüzde 41 de zaferdi aslında- esas o anda toplumun psikolojisini yönetmek lazım. Şimdi herkes 1 Kasım balkon konuşmasına atfediyor, esas konuşma 7 Haziran akşamı yapılandı. Orada kendi kitleme dönüp şunu söyledim: "Başınız önünüze eğilmeyecek, başınızı şimdi daha vakur bir şekilde kaldıracaksınız." Sonra millete dönüp şunu söyledik; "Mesajınızı aldık, gereğini yapacağız ve bu ülkeyi hükümetsiz bırakmayacağız." Bu taahhütle o psikolojiyi yönetebildik. Bu birinci kritik eşikti."

"MEŞRUİYET ÇİZGİSİNDEN HİÇ AYRILMADIK"

1 Kasım zaferini getiren ikinci kavşağın Meclis Başkanlığı seçimi olduğunu anlatan Davutoğlu, "TBMM Meclis Başkanlığı seçimi öncesi ve sonrasında meşruiyet çizgisinden hiç ayrılmadık. Hiç kapalı kapılar ardından oyuna tevessül etmedik. Alabilirsek alırız ama yan yollara sapmayız ve aldık. O günden bu güne anayasal meşruiyet çizgisinin dışına hiç çıkmadık. Sayın Cumhurbaşkanımız gerek bana görev verirken, gerek süreci yönetirken hep anayasal meşruiyet çizgisi içinde kaldı. Bu çok önemliydi. Sapmış olsaydık milletin güvenini kaybederdik" diye konuştu.

Davutoğlu, seçimlere ilişkin üçüncü ve dördüncü eşiği şöyle aktardı:

"7 Haziran seçimlerinde millet bize aynı zamanda "Kendinize bir çeki düzen verin" demişti. O anlamda da parti içinde ve Parti Meclisi'nin yapmış olduğu araştırmalarda çok geniş bir istişare oluştu. Ve kongreye gittik. Kongrede eğer biz partimizin birliği, bütünlüğünü koruyamamış olsaydık yine istemediğimiz bir sonuçla karşı karşıya kalınabilirdi. Partimizin birliğini, bütünlüğünü koruduk. Köşede, puslu havada bekleyenlere fırsat vermedik. Birlik ve beraberlik içinde güzel bir kongre sonrasında parti içinde de istişarelere devam ettik. Bu arada bir başka kritik eşik de 20 Temmuz'da Suruç saldırısıydı. Suruç saldırısında eğer biz gerekli tepkiyi ve kriz yönetimi bağlamında doğru bir yönetim yapmamış olsaydık, terörle mücadeleyi başlatmamış ve kararlılıkla sürdürmemiş olsaydık Suruç saldırısı sonrasında DEAŞ ve PKK'ya yakın unsurlar tam bir şımarıklık içinde Türkiye'yi kaosa götürebilirlerdi. Çok kararlı bir mücadele yürüttük. 20 Temmuz saldırısı, 22 Temmuz Ceylanpınar saldırısı, arkasından da şu ana kadar terörle mücadelede mükemmel bir performans sergiledik. Güvenlik birimlerimize teşekkür ediyorum. Şehit düşen bütün kardeşlerimize de Allah'tan rahmet diliyorum."

"KRİTİK EŞİKLERDEN GEÇEREK 1 KASIM'A GİTTİK"

7 Haziran'ın ardından aşılan beşinci eşiğin ise Ankara saldırısı olduğunu anlatan Davutoğlu, "Tam seçim kampanyası yürürken Ankara saldırısı yani DEAŞ'ın ve PKK'nın da dolaylı, ilintili, neredeyse kokteyle şeklinde yürütülen saldırıyla aslında Türk demokrasisi hedef alınmıştı. Eğer orada biz o saldırıyı, toplumu kucaklayacak şekilde ve saldırıda vefat eden vatandaşlarımıza sahip çıkıp terör odaklarına karşı net tavır alacak şekilde yönetmemiş olsaydık, kutuplaştırıcı bir atmosfer içinde seçimlere gitmek çok zor olurdu. Yine aynı şekilde riskleri göze alıp kararlılıkla tekrar meydanlara inmemiş olsaydım bu sefer de ülkede olağanüstü bir hava var görüntüsü olur ve seçimlerin coşkusunu yaşayamazdık. Yasımızı tuttuk ama seçimlere bu yasın yansımasına izin vermedik. Bütün bu kritik eşiklerden, zor süreçlerden gelerek 1 Kasım'a gittik" ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, "1 Kasım'daki başarı hikayesinin, ilkesinden sapmayan, sağa sola, gayri meşru çizgiler içine girmeyen, aldığı terörle mücadele kararını kararlılıkla uygulayan ama bunun kesinlikle sivil vatandaşlara yansıtılmasına izin vermeyen, Cizre'deki olayda olduğu gibi gerekli tedbirleri alan, ilkeli ve ahlaki tutumların sonucu olduğunu" vurguladı.

"SİYASİ TARİHİMİZİN EN RİSKLİ KARARLARINDAN BİRİNİ O GÜN ALDIK"

"Terör atmosferi üzerinden bir korku siyaseti yürütüldü. Daha ileri gidip bizatihi bu atmosferi sizin oluşturduğunuzu söyleyenler oldu. Bir korku siyaseti mi vardı yoksa milletin tercihi mi gerçekleşti?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Bizim başarımıza gölge düşürmek isteyenler şimdi değişik gerekçeler bulmaya çalışıyorlar. Korku siyasetini eğer birileri ülkede egemen kılmak istemişse bunlar DEAŞ gibi bir takım piyonları kullananlar, Suruç saldırısı ve Ankara saldırısı yine Ceylanpınar saldırısıyla korku siyasetini ülkeye egemen kılmak isteyen ve bu anlamda devlete kendince meydan okuyan PKK'dır. Yine bu korku siyasetinin sözcüleri de bu terör örgütleriyle ilişkili olanlardır" yanıtını verdi.

7 Haziran'dan bu yana hiçbir konuşmasında herhangi bir dışlayıcı, kutuplaştırıcı, birilerini korkutucu, ürkütücü bir dil kullanmadığını hatırlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Yok böyle bir şey. Ne siyasi söylemimizde oldu ne eylemimizde. Ama birileri korku siyasetini egemen kılmak istedi. Yani 20 Temmuz'u sürekli hatırlatıyorum çünkü bunların unutulmaması lazım. Hatta 8 Haziran akşamı, 7 Haziran'ın hemen sonrasında "Artık silahlanma vakti, artık serhildan dönemi, artık eylemsizlik bitecek. Herkes ayaklansın" denildi. 15 Temmuz'da ben Demirtaş'la bütün liderlerle yaptığım görüşmeyi onunla da yaparken o anlarda Kandil'den ayaklanma çağrısı geldi. 20 Temmuz'da DEAŞ Suruç'ta saldırdı, PKK Adıyaman'da saldırdı. 21 Temmuz'da sivil vatandaşlara saldırıldı PKK unsurlarınca sakallı diye. 22 Temmuz'da polisimiz evinde uyurken şehit edildi. Ben Başbakanım, geçici bir hükümet evet yani tek parti hükümeti değiliz. Ama benim önüme bir dosya gelecek, 2 polis evlerinde uyurken ensesinden şehit edilecekler. Bu mesaj açıktır. Bu mesaj şu demek: Artık bu bölgede polisler dahi kendini koruyamaz. Devlet dahi polisine sahip çıkamaz. Gece yarısı girer biz kamu görevlisini öldürürüz. Bunu yapanlar korku siyaseti üretmemiş olacaklar, ona karşı tedbir alan devlet mi korku siyaseti üretmiş olacak? Bir sınavdı o. Siyasi tarihimizin en riskli kararlarından birini o gün aldık."

"GÜNEYDOĞU'DA OYLARIMIZ NİYE ARTTI?"

Başbakan Davutoğlu, sadece PKK'ya değil üç terör örgütüne karşı mücadele etme kararının korku siyasetini Türkiye'de egemen kılmak isteyenlere karşı yürütülen bir mücadele olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:

"Nitekim kimse korktu mu? O dönemden bugüne Güneydoğu'da oylarımız niye arttı? Çünkü Doğu ve Güneydoğu'da korku siyasetini egemen kılıp kendi dışında hiçbir partiye hayat hakkı tanımayan bir anlayışa karşı biz mücadele ettik. Halk bunu anladı. Çünkü seçim güvenliği bağlamında ek tedbirler aldık. Korku siyaseti üretmek isteyen PKK ve ona bağlantılı aktörlerdi. Ona karşı mücadeleyi biz yürüttük. 1 Kasım günü herkes huzurla Türkiye'de sandığa gitti. Kimse kimseyi tehdit etmedi. İddia ediyorum 1950'den bu yana en barışçıl seçimlerden biri gerçekleşti. İstatistikler ortada bazı seçimlerde ufak tefek itilaflardan yaralanmalar olur, hiç böyle olaylar olmadı. Korku siyaseti olsaydı Allah aşkına olay olmaz mıydı bu ülkede? Bütün partiler istediklerini yapabildiler, istedikleri söylemi kullanabildiler. Dolayısıyla birileri korku siyasetine Türkiye'yi mahkum etmek istiyordu. Biz ise sükunetle suhuletle Türkiye'yi seçime götürdük ve son derece açık, net bir zafer kazandık. Şimdi kimse bu zaferin üstünü örtmeye kalkmasın. Biz nasıl 7 Haziran'da oturduk, "Niye oyumuz düştü" diye samimi bir muhasebeyi yaptık. Ben günlerce gece yarılarına kadar herkesi "Nerede eksiğimiz var" diye dinledim. Hala dinliyorum."

BAŞBAKAN DAVUTOĞLU'NDAN MUHALEFETE TAVSİYE

"7 Haziran seçimlerinde partimizin yenilenmesi bağlamında süreci bize verilen mesajın yapıldığı kanaatinde de değilim. Daha çok şey yapacağız" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Biz bunu yaptık, öz eleştiriyi de yaptık. Korku siyaseti yapıldığını iddia eden partilerin oturup kendilerini "Niye biz bu oyları kaybettik" diye bir öz eleştiriye tabi tutmaları lazım. Kendilerini böyle bir öz eleştiriye tabi tutmadan AK Parti'nin başarısına gölge düşürmeye kalkarlarsa daha çok yenilgi tadarlar. Biz eğer 7 Haziran'dan itibaren samimi bir şekilde kendimizi değerlendirmemiş olsaydık, 1 Kasım'da bu zaferi kazanamazdık. Benim onlara tavsiyem, HDP'ye, MHP'ye, CHP'ye tavsiyem, "korku siyaseti" gibi kavramlar üretmek yerine otursunlar, başlarını iki ellerinin arasına alsınlar. Ben yaptım bunu, çekildim. Konya'dan Ankara'ya gelene kadar "Nedir bu, nasıl yöneteceğim bu süreci. Bir yeis havası var, bunu nasıl dağıtacağım" diye oturdum, düşündüm. Gereğini yapmaktan da kaçınmadık. Şimdi onlara da tavsiyem, şöyle bir çekilsinler, acele açıklama yapmasınlar. Otursunlar bir düşünsünler "biz nerede hata yaptık" diye. O zaman görecekler ki bu sonucu ortaya çıkaran korku siyaseti değil kendilerinin yüreğine sinmiş olan siyaset korkusu. Onlar siyaset yapmaktan korktular, korku siyaseti falan değil. Siyaset yapmaktan korkmasalardı bizimle hükümet kurarlardı, siyaset yapmaktan korkmasalardı anayasanın zorunlu kıldığı geçici hükümet bakan verirlerdi. Vermediler, çünkü korktular. Türkiye'de korku siyaseti yok, siyaset korkusu var. Siyaset korkusunu da bunlar yaşıyor. Siyasetin cesaretle yapılacak bir iş olduğunu biz gösterdik. Cesaretle, metanetle, samimiyetle siyaset yapılabileceğini son 5 ay içinde gösterdik, millet bizi ödüllendirdi ama rehavete hakkımız yok. 30 Ekim'de rahattım ama rahat olmadığım gece 1 Kasım gecesiydi. Zafer kazandım ama rahat değildim. Neden? Çünkü o zaferin getirdiği bir sorumluluk var."

HABERE YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler