"90'lara dönen devlet değil, terör örgütü PKK'dır"

Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu , katıldığı programda gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.   Davutoğlu, bir ekibinin olmadığına dair yapılan eleştirilere, "Ben Hocacı-Reisçi diye bir şey tanımlamıyorum. Bütün AK Parti benim ekibim. Ben böyle bakı

"90'lara dönen devlet değil, terör örgütü PKK'dır"
Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu , katıldığı programda gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
 
Davutoğlu, bir ekibinin olmadığına dair yapılan eleştirilere, "Ben Hocacı-Reisçi diye bir şey tanımlamıyorum. Bütün AK Parti benim ekibim. Ben böyle bakıyorum. Ekipçilik yapmak, partiyi fraksiyonlara böler." şeklinde yanıt verdi.
 
Başbakan Davutoğlu, artan terör olayları ile ilgili ise "Biz 90'lara dönmedik. Tek bir sivil vatandaşımıza yönelik bir hukuk dışı olayda biz bunun hesabını sorarız. 90'lara dönen devlet değil, terör örgütü PKK'dır. Silah baronları, uyuşturucu tacirleri, PKK'nın silah bırakacağız demesinden rahatsız oldular. Hangi istihbarat örgütünün Kuzey Irak'ta kimlerle ne konuştuğunu biz biliyoruz. PKK üzerinden Türkiye'yi kimlerin zaafa uğratmaya çalıştığını iyi biliyoruz." şeklinde konuştu.
 
Cudi Dağı'na yürüyen HDP'li vekilleri de eleştiren Davutoğlu,  "HDP'li vekiller Cudi Dağı'nda ne arıyor. Kime canlı kalkan oluyorlar? Bunun demokratik mücadele anlamında bir anlamı vardı. Kalkan olmaya gittikleri katiller, Silvan'da 12 yaşındaki Fırat'ı katleden kimseler. HDP iki tane yolun önünde. Ya barış içinde demokrasinin yolunu tercih edecek, 1 Kasım'a doğru bütün bu terörü lanetleyerek, silahları bırakın diyerek seçime gidecek ya da Cudi Dağı'na yürüyecek. Cudi Dağı'na yürüyenler teröristlerle aynı işi yapmış olurlar." dedi.
Davutoğlu'nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle;
 
Siyasi hareketler de tüm diğer tarihi, sosyal, biyolojik varlıklar gibi yaşayan varlıklardır. Kendini yenilemeyezse bir süre sonra çürümeye başlar. 
 
AK Parti hareketi 2001'de yola çıktığında zamana doğru hareket ettiği için, o anın şartlarını en iyi okuyan iktidara geldi. Daha sonra her değişimi doğru okunduğu için kendini toparlayabildi.
 
Bu önemli bir meziyet. 7 haziran seçimleri bu anlamda bize AK Parti'nin tazelenmekle köklü geleneğini sürdürmek arasındaki dengeyi doğru muhafaza etmesi gerektiği dersini verdi tabiri caizse. Gücün ortaya çıkarabileceği, güç sahibi olmanın ortaya çıkarabileceği bazı yeni durumlar varsa ve algı probleminde ortaya çıkaran şartlar oluşmuşsa gücün tekrar en iyi şekilde kullanımının önünü açmak lazım. 
 
Özeleştiri yapmazsanız kendinizi yenileyemezsiniz. Biz her zaman şahsi olarak da özeleştiri yapmak durumundayız. 7 Haziran'dan sonra milletvekilleri ile gruplar halinde görüştüm, MKYK üyeleri ile gruplar halinde tek tek görüştüm, geçmiş MKYK üyeleri ile toplandık, hepsi ile bir muhasebe dönemi geçirdik. Aslında baktığınızda oy oranı itibariyle normal şartlarda 3 parti girmiş olsaydı, daha önceki seçimin devamı itibariyle söylüyorum, belki rahat bir tek parti iktidarı, bu özeleştiriye gerek bile olmadığı kanaatini doğurabilirdi. Ama buna rağmen biz bu özeleştiriyi yaptık. Şimdi devam etmesi gereken şeyler kurucu ilkeler. Bunların yozlaşmasına, sapmasına izin vermemek lazım. Yine de devam etmesi gereken şey ne; bir insan kolay oluşmuyor. 
 
Bugün aday tanıtım toplantısına giderken bir an geriye doğru döndüm. Bundan önceki aday tanıtım toplantısı hangi psikolojide cereyan etti diye... İlk aday tanıtım toplantısı olması gerekirken 2000'de sayın Cumhurbaşkanımızın yasaklı ilan edilmesi nedeniyle yapılamıyor.
 
Ama o dönemin kurucular kurulu aldığınızda ve AK Parti kadrolarının isimlerine baktığınızda listeye, şu anda herkese çok mağrur, çok bilinen isimler o zaman çok meçhul isimlerdi. Ama zamanla çalışarak, kendilerini ispat ederek kamuoyunun onayını kazandılar. 
 
3 dönemliklerin dinlenmeye alınması söz konusuydu. Ama 7 Haziran seçimleri bize kurucu değerlerimizle yenilenme arasındaki dengeyi sağlama imkanı verdi. Şartlar değişmişse yeni politikalarla o şartlara ayak uydurmak gerekir. Yeni ve taze unsurlarla da bunun sağlanması lazım. Biz de tam olarak bunu yaptık.
 
AK PARTİ'NİN SEÇİM KAMPANYASI NASIL OLACAK?
3 ay içinde bütün bu yeni adımların ve iç muhasebe uygulamalarını hemen fark edebilmek çok zor. Vatandaş bize destek verdi. Yüzde 41 oy az bir oy değil. Bu şu anlamada gelmiyor... Biz bardağın dolu tarafına bakıp da eksik tarafını ihmal edemeyiz. Bizim şimdi hedefimiz bütün bu trend içinde tekrar yüzde 50'ye doğru yükselebilir miyiz? Bugün de adaylara ayak üstü uyarılarımı yaptım. İl bazında anketlerle tek tek bütün illeri ele aldık ve değerlendirdik. Bu adımları ona göre attık. Tutumlarımızda, üslubumuzda, vizyonumuzda bir tazelenme ve canlanma hissedilecek kampanyamızda.
 
CEMİL ÇİÇEK, BÜLENT ARINÇ, ALİ BABACAN KONUSU
3 dönemlik arkadaşların hepsi çok büyük hizmetler vermiş kıymetli arakadaşlarımızdır. Hangisini alırsanız yeni bir başarı hikayesi yazar. Açık söyleyeyim. Ben 3 dönemi dolmuş arkadaşların tekrar müracaat etmesini bile gereksiz bulduğumu söyledim. Onların müracaat etmesine gerek yok, biz onları zaten müracaat etmiş gibi telakki ettik. Mesela Cemil Çiçek adaylık için müracaat etmemişti. Sayın Bülent Arınç Meclis dışında kalmak istediğini açıkça ifade ettiği için bu tarz bir durum oluştu. Ama Sayın Ali Babacan'ın böyle bir açıklaması olmadı. Aramızdaki görüşmelerde ona olan ihtiyacı sürekli söyledim. Eğer yeni bir güçlü yapılanma olacaksa bütün güçlü şahsiyetlerin orada olması lazım.
 
 
DAVUTOĞLU'NUN CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE İLİŞKİSİ
Sayın Cumhurbaşkanı ile ilişkimizi 3 boyutlu olarak size aktarayım. Birincisi şahsi, ailevi ilişkimiz. Bu benim çok özen gösterdiğim ve zedelenmesini asla istemeyeceğim bir ilişkidir. Biz Sayın Erdoğan ile yeni tanışmadık. Uzun yıllardır tanışıyoruz. Bu şahsi dostluk, hayatımın en önemli dostlukları arasındadır. Herhangi bir şekilde 3. bir kişi bu şahsi ilişkiye zarar vermesine izin vermedim, vermeyeceğim. Sayın Erdoğan'ın ilk torunları Sare Hanım'ın eline doğmuştur. Kurumsal ilişkilerde sorun olsa bile şahsi ilişki farklıdır.
İkincisi 13 yılda siyasi olarak geliştirdiğimiz ilişkidir. Beni partiye Abdullah Bey'in Başbakanlığı döneminde Sayın Cumhurbaşkanı ile Sayın Gül birlikte davet ettiler. Ben partiye bir akademisyen olarak Irak Savaşı ortamında katkıda bulunmak için geldim. 7 yıl başdanışman olarak görev yaptım. Her an beraber olduk. 2007'de milletvekilliği teklifinde bulundular. Şahsi dostluğumuz her düzlemde iyi bir zemine oturdu. Yaptığım bütün görevlerde görevimin hakkını verdim. Geçen yıl ne ben ona ne de o bana Başbakanlık, Genel Başkanlık konusu aramızda geçmedi. Ama doğal süreç bizi bu noktaya getirdi.
Cumhurbaşkanı-Başbakan ilişkisine gelince... Türkiye'de kurumsal olarak yönetilmesi en zor ilişkiyi yürütüyoruz. Çünkü 12 Eylül Anayasası yürütme erkinin başındaki Başbakan ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında bir denge gözetti. Cumhurbaşkanı-Başbakan ilişkileri kolay yürüyen ilişkiler değildir. Bunu da en iyi bilen kişi Sayın Erdoğan'dır. Hem bizim kurucu genel başkanımız, hem de halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı. Zorluklarla karşılaşıyoruz, farklı kanaatlerimiz oluyor ama en başta saydığım iki ilişki üzerinde yürütüyoruz. Bazen farklı kanaatler beyan edilebilir. Olmalı da bunlar. Önemli olan şahsi itilaflar olmaması. Hocacı, Reisçi tabirleri tamamen üretilmiş şeylerdir. Ben hiçbir zaman siyasete böyle bakmadım. Bana 'ekibi yok' eleştirisi yapıldı. Ben Hocacı-Reisçi diye bir şey tanımlamıyorum. Bütün AK Parti benim ekibim. Ben böyle bakıyorum. Ekipçilik yapmak, partiyi fraksiyonlara böler.
 
Eğer ben Genel Başkan olarak böyle bir durum yaparsam, olumsuz sonuçlar doğurur. Önemli olan ekiplerin kenetlenmesi. Şu anda AK Parti'nin kaderi, Türkiye'nin kaderiyle örtüştü.
Sayın Cumhurbaşkanı, benim devlet yönetiminde yönlendirilen bir siyaset adamı olmadığımı, olamayacağımı da çok iyi bilir. Böyle bir şey de zaten teklif etmez. Beni tanıyanlar nasıl böyle şeyleri bana yakıştırır diye çoğu zaman sitem de ediyorum.
 
BEŞİR ATALAY'IN VAN'DAN ADAY GÖSTERİLMESİ
 
Beşir Atalay beklemiyordu böyle bir görevlendirme. Doğu ve Güneydoğu'da halka bütün süreci, en yakından takip eden kişinin anlatmasını istedik. Bunun esası, bütün süreci içeriden bilen birinin halka anlatması. Özellikle deprem sonrasında Atalay, Van'da görev üstlendi. Orası için doğru isimdir. 
 
Sayın Efkan Ala'yı Bursa'dan aday gösterdik. Bursa'da yoğun bir Erzurumlu nüfusu var.
 
Sayın Mehdi Eker, İstanbul'daki Doğu kökenli vatandaşlarımıza hitap edebilmesini istedik. 
 
SEÇİM BARAJI
 
Biz barajı kalkan olarak görmedik, görmeyiz. CHP ile yaptığımız istikşafi görüşmelerde üzerinde anlaştığımız konulardan biri de barajı indirmekti. Ben HDP'nin yanlış politikalardan bahsettiğimde, kitle HDP'nin Meclis'ten çıkarılmasını talep eden slogan attı. Ben de 'Bu bizim işimiz değil, sizin işiniz' dedim ve 'Oy vermezseniz barajın altında kalacak' anlamında söylenen bir sözdü. Bunu orada uzun uzun anlatamadım ama söylemek istediğim buydu.
 
"SANDILAR Kİ VAKİT TÜRKİYE'Yİ BÖLME ZAMANI. AMA YANILDILAR"
 
HDP'li Bakan Konca'nın söylediği de yanlış. Türkiye'nin bölünmesi barajla alakalı değil. Kimse Türkiye'yi bölemez. Hem vekil aldılar hem dağa çıktılar. Sandılar ki vakit Türkiye'yi bölme zamanı. Ama yanıldılar. Biz bunu hissettik. Sırtlarını Kuzey Irak'a verip, 80 milletvekiliyle Meclis'te tavır sergileyecekler. Çözüm süreci bu değil. Biz de birer birer bu halkaları kırıyoruz, kıracağız.
 
"HDP'Lİ VEKİLLER CUDİ DAĞI'NDA NE ARIYOR"
 
Karayılan'ın telsiz konuşmasına yansıdı... Doğru, bildiğimizi bilmedikleri yerleri de vurduk. Baskıyla oy alıp demokratik görünecekler, diğer yandan silahla hareket edecekler. Bu olmaz. HDP'li vekiller Cudi Dağı'nda ne arıyor. Kime canlı kalkan oluyorlar? Bunun demokratik mücadele anlamında bir anlamı vardı. Kalkan olmaya gittikleri katiller, Silvan'da 12 yaşındaki Fırat'ı katleden kimseler. HDP iki tane yolun önünde. Ya barış içinde demokrasinin yolunu tercih edecek, 1 Kasım'a doğru bütün bu terörü lanetleyerek, silahları bırakın diyerek seçime gidecek ya da Cudi Dağı'na yürüyecek. Cudi Dağı'na yürüyenler teröristlerle aynı işi yapmış olurlar.
 
SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI: HERKES EVİNDEYKEN OPERASYONLAR NOKTASAL OLARAK YAPILIYOR
 
90'lardan bugünlerin farkı şehirlerde terör hadiseleri çıkarmak ve Suriye'dekine benzer yapılar oluşturmaya çalışan bir terör örgütüyle karşı karşıyayız. Bu konseptte mücadele etmek tabii çok daha zor. 23 Temmuz'dan bu yana sivil kayıp vermedik. Bu yüzden güvenlik güçlerimizi tebrik ediyorum. Bu tür operasyonlarda genelde sivil kayıplar olur ama olmadı.
 
Şimdi girilemeyen bölgeler üretmek için teröristler bir taktiğe yöneldi. Cizre'nin hangi sokağında nerede, ne olduğunu tespit ediyoruz. Sivil kayıp verilmemesi için olağanüstü titizlik gösterildi. Filistin'deki fotoğraflar paylaşıldı. Bunlar yalan ve hikaye.
 
Talimatımız açık; Teröriste karşı sert müdahale edilecek, kendi güvenliğinizi gözeteceksiniz ve sivil halkı koruyacaksınız. Sokağa çıkma yasakları sivil halkı kısıtlamak değil. Vatandaşın güvenliği için yapıldı. Herkes evindeyken operasyonlar noktasal olarak yapılıyor.
 
Varto civarındaki bütün yığınaklarını yıktırdık. Sözde şehitlik yapıyorlar. Talimatımız açık; bütün bu yapılar yıkılacak. Meclis'tesin, yerel yönetimlere daha fazla yetki istiyorsan orada savun. Bunun arkasında Türkiye'yi zaafa düşürmek isteyen odakların etkisi var 'şimdi tam vaktidir' diye. Biz o odakları da biliyoruz. 
 
"23 TEMMUZ GÜNÜ ŞU TALİMATI VERDİM: ARTIK GÜN GELMİŞTİR..."
 
Bir irade beyan ediyorsunuz. Bir perspektif çiziyorsunuz. Belli bir özenle yürüyor bu iş. Devletin istediği silahın bırakılması, demokratik adımların atılması ve sivil zeminde her şeyin konuşulması. Bu adımlar da atıldı. Birçok temel unsur haledildi. 13 yıl önce böyle bir çözüm süreci olsaydı, bir liste yapılmış olsaydı, biz şunun için mücadele ediyoruz dedikleri, haklı, doğru taleplerinin hepsi yerine getirildi. Biz dedik ki; silahlanmaya son verin. Bu konuda devlet karar alınca, biraz yavaş alır belki ama aldığı kararda sebat eder. Biz bir karar almıştık. Silahlı gruplar çekilecekti ve karşılıklı adımlarla bir noktaya gelecektik. Geçen sene Kobani olayı olana kadar bu anlamda biz tekrar elimizdeki bütün kartları açarak çözüm sürecine ivme katmaya çalıştık. Bir taraftan da neler yapıldığını takip ettik. 
 
Eğer tedbir almasaydık, 23 Temmuz günü şu karşı odada açık bir talimat verdim; 'Artık gün gelmiştir. Bunların tek hedefi Türkiye'yi kardeş kavgasına götürmektir. Dedim ki hazırlıklarınız tamam mı? Tamam. Hepsi ne yapacağını biliyordu. Bu gece üçlü terörle mücadeleyi başlatıyoruz dedim. O gece saat 23.00'te PKK'nın Kuzey Irak'taki bilinmediğini sandığı noktalar vuruldu. O günden bugüne de kararlarımızda hiçbir sapma olmadı. 
 
"90'LARA DÖNEN DEVLET DEĞİL, TERÖR ÖRGÜTÜ PKK'DIR"
 
Eğer bu mücadeleyi vermeseydik, bunların kanton ilan ettiği yerlerde başka yollara gitme planları vardı. O bölgelerde seçimi yaptırmama, başka şeylerin seçimini yaptırma yoluna gideceklerdi. Kesin talimat verdim. Terörle mücadele konusunda düğmeye bastığımız anda her yerde büyük darbeler vurabilecek konumdaydık. Son şans onlara verildi, onu kullanmadılar. Seçimden sonra tam bir kibirle, serhildan dedikleri ayaklanmaya kalkıştıklarında hak ettikleri cezayı aldılar. Devletin son üç seçim suhulet içinde geçsin diye bir tavrı vardı ama şimdi bu mücadele sonuna kadar devam edecek.
 
Biz 90'lara dönmedik. Tek bir sivil vatandaşımıza yönelik bir hukuk dışı olayda biz bunun hesabını sorarız. 90'lara dönen devlet değil, terör örgütü PKK'dır. Silah baronları, uyuşturucu tacirleri, PKK'nın silah bırakacağız demesinden rahatsız oldular. Bu çatışmacı ortamı tahrik edecek şekilde birtakım telkinlerde bulunmaya başladılar. Biz hepsini biliyoruz. Hangi istihbarat örgütünün Kuzey Irak'ta kimlerle ne konuştuğunu biz biliyoruz. PKK üzerinden Türkiye'yi kimlerin zaafa uğratmaya çalıştığını iyi biliyoruz.
 
HDP'nin ikiyüzlü tavırdan çıkması lazım. Eğer meşru bir siyasi partiyse Kandil'e sorması lazım; 'Ne için iki masum polisi uyurken şehit ettiniz?' diye.
 
SURİYELİ SIĞINMACILAR KONUSU
 
Avrupa daima reddetti. Ama şimdi görmek zorundalar. Görüyorlar vahim tabloyu. Önceden 'ölsünler' diye düşünüyorlardı. Ya da 'Türkiye nasıl olsa bakıyor' diye davranıyorlardı. Şimdi sorun kapılarına dayandı.Bir çözüm arayışı şimdi başladı. Yeni mülteci akımını engellemek lazım, var olan Suriyelilerle ilgili çalışmak lazım ve eğer Suriye'de iç barış sağlanırsa nasıl davranılacak bunları belirlemek gerekiyor.
 
BM Genel Kurulu'nda Suriyeli sığınmacılar konuşmamın ana odağı olacak, bu sorunu BM gündemine aldıracağız. 

HABERE YORUM KAT
Haberlere yorum yapanlar genel kuralları kabul etmiş sayılırlar. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler
Resmi İlanlar
Gündem